28 Temmuz 2011 Perşembe
Sen hiç Gandi’nin 38 kalibrelik Smith Wesson’uyla vuruldun mu bebeğim?
Sen hiç Gandi’nin 38 kalibrelik Smith Wesson’uyla vuruldun mu bebeğim?
Ben vuruldum.
Mermiler kötü bir şiir gibiydi inan.
Çok acı veren, sarıya çalan dişleri vardı mermiciklerin ve hiç susmayan, çürümüş bilge bir ağzı vardı Gandi’nin.
Belki de onu vuran silahla beni mıhladığı içindi tüm bu karmaşa, kaos ve onca dedikodu.
Ter kokulu bir kalabalık vardı, Gandi beni vurduğunda.
Akşam olmak üzereydi ve hiç çocuk yoktu sokakta.
Hiç düşünmeden, öylece vuruvermişti beni piç kurusu.
Ölüydüm uzun zamandan sonra.
Yaşasaydım şair olmak isterdim oysaki.
Çok içki içer ve hep kelimelerle sevişirdim.
Belki de Gandi ondan daha iyi bir şair olacağımı sezdiği için vurmuştu beni.
Bilirsiniz şairler sevmezler iyi şiir yazanları ve hep öldürmek isterler birbirlerini.
Belki de 38 kalibrelik gümüş rengi Smith Wesson’uyla beni vurmasının tek sebebi kötü bir şiir yazmak istemesiydi Gandi’nin.
Kötü bir şiir yazacak ve bir daha asla ölmeyecekti.
Kötü bir şiir ancak ölülerle yazılabiliyordu demek ki.
öperim hepinizi...
temmuzun son günlerinin garip perşembesi 2011 göktuğ canbaba
Etiketler:
gandi,
göktuğ canbaba,
smith wesson
24 Temmuz 2011 Pazar
küçük bi kediyle dünyayı turlamaya başladım
Dün gece bi kediyle tanıştım. İsmi pamuk ya minnoş değildi. Cızbız ya şıpşıp da değildi. İsmi bi boka benzemiyodu aslıda ve zaten bu toz toprak dolu hikayede isimlerin pek bi önemi yok. O yüzden siz aklınıza gelen ilk ismi seçin ama lütfen minnoş ya da pamuk olmasın. Biliyorum yazının başında sizi yönlendirdim ama lütfen diyorum işte. 3. sınıf Amerikan filmlerinde de sıkça söylendiği üzere "sihirli kelimeyi kullandım ahbap!" bana yamuk yapmayın.
Siz tatlı uykunuzun bilmem kaçıncı basamağındayken ben ara sokaklardan arakladığım eski bi motosikletle dünyayı turlamaya başlamıştım. Kucağımda ismi lazım olmayan kediş vardı ve çok iyi devletbahçeli taklidi yapıyordu. Ciddiyim. Çok saçma biliyorum ama yapıyodu işte. "Altı milyon işsisoşşiissıo," diyodu ve beni her virajda gülmekten kırıp geçiyodu.
Yukarda hikaye falan dedim ama avcunuzu yalarsınız. Bu bi hikaye değil ona göre.
İnanılmaz d.b taklidi yapan kedişle dünyayı dolaştım!! Çöllerde falan kaybolduk, suratım yandı, ateş içinde uyandım ve buz gibi su içtikten sonra Basted'e (Eski Mısır'ın kedi tanrıçası) yalvardım "Lütfen," dedim, "beni rüyaya geri gönder." Ve hoop, gittim de. Çöller yerine hafif soğuk bi havada boş arazilerde tekrar hayat buldum; sanırım içtiğim soğuk suydu buna sebep. Neyse, işte Eyfel kulesinin çevresinde 7 tur atıp hacı olduk; şarap hacıları! O eski motorla 180'i gördük, hem de Venedik'in dar sokakalrında!!! Kathmandu'nun kırsallarında tekerimiz patladı ve nepallilerle sigara içip tekeri tamir ettik. Hatta bi nepallinin Tarkan'dan şıkıdım şıkıdımı söylemesi bile bize çok garip gelmedi ve kedişin d.b taklidi onları da epey güldürdü. Bir çok ölüm tehlikesi atlattık ama bana mısın demedik. Hatta Peru'ya bile uzanan çok ama çok ilginç bi yola daldık. Kediş Eldorado'yu bulması gerektiğinden falan bahsediyordu en son. Sonra uyandım.
Üzerimde toz toprak yoktu. Terlemiştim. Çarşaf yerdeydi. Yanımdaki masanın üzerinde içi boş 70lik cin duyordu. Nane kokusu salonu kaplamıştı. Gözlerimi kapadım ve Basted'e tekrar yalvardım ama bu sefer olmadı. Mutfaktan gelen sucuklu yumurta kokusu rüyaya dair her şeyi sikip attı. Ama yine de mutluydum be abi. Ciddi ciddi on, on beş ülke gezdim. Hayatımda gördüğüm en gerçekçi rüya değildi belki ama gerçek olmasını istediğim fazlasıyla hayal dolu bir serüvendi. Demek ki yatmadan önce tekel cini birazcık abartmam gerekiyormuş. şerefe!
öperim hepinizi..
Etiketler:
basted,
göktuğ canbaba,
rüya
14 Temmuz 2011 Perşembe
s*ktiğimin sol teli
Önce sol teline vurdu…misisolrelaminin solüydü vurduğu. Sol teli her zaman işleri yoluna koyardı ne de olsa. İşleri yoluna koyacak bir şeyler söylerdi siktiğimin sol teli. Bekledi… telin çıkardığı tınının hayatını daha güzel kılmasını diledi. Dünyanın bir ucundaydı. Ayakları okyanusun göğüslerinin arasındaydı ve okyanusun çok çekici göğüsleri vardı…
Sol teli türlü kıvrımlardan, dar sokaklardan, dumanlı odalardan, tuvalet kokulu arka bahçelerden, aldatılmalar ve aldatmalardan, kanlı tükürüklerden, şişmiş dudaklardan ve kötü kokan iç çamaşırlarından oluşan hayatın içinde titredi uzun bir süre. Ağır aksak yürüdü. Hiç konuşmadı ama. Sadece yürüdü ve titremeye devam etti. Uzun zamandır yatıştırıcı almamış bir deli, çok üşümüş bir evsiz, sevgilisinden yeni ayrılmış üzgün bir bağımlı, midesi sürekli ağrıyan ağlamaklı bir şair gibi titredi. Sol teli titredi mi gerçekten bir sorun var demekti. Belki de sol teli gerçekten de bir teldi. Dikenli bir teldi sol. Kaçmaya çalışırken sizi kıçınızdan yakalayan, uzaklaşmamanız için dudaklarınızı parçalayan ve kanınızla beslenen bir asalaktı.
“Düşünsene,” dedi sol teli. “Dünya sen olmadan var olamaz. Sensiz bir dünya aslında olmayan bir dünyadır demek istiyorum yani. Hayat senin göz kapaklarının arasında, kirpiklerinin bitim noktasındadır. Her şey sen nefes aldığın sürece vardır. Sen gözlerini kapattığında dünyanın hâlâ nefes aldığını sana kim söyleyebilir ki?”
Sol teli ağır konuşurdu. Yaşamın içindeki düzenbazlıklardan, sürekli akan çatılardan, tıkanan tuvaletlerden, sarhoş olup kavga çıkaran ahmaklardan, dayak atmaktan hoşlanan şehir ışıklarından, radyonun içindeki büyülü kadınlardan ve bitmeyen savaşlardan bahsederdi. Sol teli gerçeklerden bahseder ve titrediği zamanlarda hiç yalan söylemezdi.
Dünyanın kirpiklerinin arasında olduğu düşüncesi az da olda içini rahatlatmıştı. Gözlerini kapayıp dünyanın ölmesini izledi, yoksa kendini öldürecekti. Sonra gözlerini açtı ve dünya tekrar doğdu bir şekilde. Hiç yaşlanmamış ve hiç gençleşmemişti dünya doğduğunda. Mutlu oldu. Gülümsedi. Sol teli ağır konuşmuştu, konuşurken titremiş ve tükürüklerini okyanusun göğüslerinin arasında püskürtmüştü, dikenli çıkıntılarıyla kumsalın bacaklarını kesmişti belki ama yine de doğruydu söyledikleri. Dünya onundu. O öldüğünde dünya da yok olacaktı! O halde kendisini dünyanın bir ucundaki kumsala gömmesinin ne anlamı vardı ki? Tüm dünyanın ölümünü izleyecek kadar titreşime sahip olmadığını düşündü. Dünyanın en doğusunda başlayan ve en batısında sona eren kirpiklerini sonuna kadar açtı ve sol teline tekrar dokundu; misisolrelaminin sol teline. İşler şimdilik yolundaydı, herkes hayattaydı…
Dünyanın bir ucundaki kumsalda oturup okyanusunun 96 numara göğüslerini dikizleyen adama ithaf edilmiştir.
şunu da belirtmeden geçmemek lazım. Alice in Chains ne güzeldir ya!
öperim hepinizi...
görsel
Etiketler:
göktuğ canbaba,
hayat,
sol teli
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)