31 Temmuz 2012 Salı

Dünyanın Öyküsü ağustos-eylül 2012 sayısındayım

"Ayyaş Buda" isimli öyküm, harika bir fantastik edebiyat dosyasının da yer aldığı Dünyanın Öyküsü ağustos-eylül 2012 sayısında. 
 
"Edebiyatın hayal gücü ve fantastik edebiyat
Geçtiğimiz günlerde bir grup yazar bir araya gelerek Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği-FABİSAD’ı kurdular. Dünyanın Öyküsü dergisi bu yeni oluşumun da etkisiyle yeni sayısında Türk fantastik edebiyatını ve öykücülüğünü masaya yatırmaya karar verdi. Yasemin Yazıcı’nın hazırladığı dosyada fantastik edebiyatın önde gelen isimlerinden Kadim Gültekin ve Yiğit Değer Bengi yazılarıyla, Barış Müstecaplıoğlu, Hamit Çağlar Özdağ ve Göktuğ Canbaba öyküleriyle yer aldılar. Dosyada ayrıca Doğu Yücel, Aşkın Güngör ve Hamit Çağlar Özdağ ile fantastik edebiyat üzerine yapılmış kapsamlı bir söyleşi de bulunuyor."






Herkes kendi masalını yaşar: Murathan Mungan öykücülüğü
Yazar Necip Tosun, Dünyanın Öyküsü’nün bu sayısında masalsı ve şiirsel diliyle edebiyatımızın özgün ve üretken yazarlarından Murathan Mungan’ın öykücülüğünün izini sürdü. 1985’te yayımlanan ilk öykü kitabı Son İstanbul’dan minimal öykülerden oluşan 2011 tarihli Kibrit Çöpleri’ne kadar Mungan’ın öykücülüğü her yönüyle Necip Tosun’un bu özenli incelemesinde.

Türkçe öykünün 80 Kuşağı mercek altında
Ayşegül Tözeren, 80'lere mercek tuttuğu yazısında, dönemin özel bir alanına yöneliyor; 80 öykücülüğüne. Toplumsal olanla öykülerin sıkı sıkıya örüldüğünün altını çizen Tözeren, bu örgüyü çözmeye çalışmıyor, 80 öykücülüğüne dair ‘özel deseni’ okuyor, ona farklı bir kuşaktan yaklaşmaya çalışıyor. Kendi kuşağının içinden 80'lere baktığı yazısında, dönemin siyasal arka planını da ihmal etmiyor.

Mustafa Balel ile edebiyattan hayata
Dünyanın Öyküsü’nün bu sayısında Nemika Tuğcu, 70 kuşağının özgün yazarlarından Mustafa Balel’le bir söyleşi yaptı. Söyleşinin yanı sıra M. Sadık Aslankara ve Feridun Andaç da Mustafa Balel’in öykücülüğünü mercek altına aldılar.

“Medyada göz önünde olmanın en kolay ve en etkin yolu kuşkusuz ki kitabınızın güçlü bir yayınevinde çıkması”

Hikaye, roman, gezi yazıları, çocuk kitapları, dergiciliği ve çevirileriyle edebiyatımızın bu üretken ismi 40 yıllık edebiyat geçmişine rağmen medyada adının pek yer almamasını şöyle açıklıyor:

“Yazdıklarının daha geniş kitlelere yayılmasını hangi yazar istemez? Ürettiklerinin her geçen gün biraz daha geniş kitle tarafından izlenmesini düşlemeyen sanatçı düşünemiyorum. Bazen ‘Ben yazıyorum, okuyan okur’ diye umursamazmış gibi bir havaya girenler çıkıyorsa da, hepsi laf! Umursamayan adam yayımlamaz. Çekmecesine saklar, hatta hiç yazmaz. Yazıyor ve yayımlıyorsa ‘Ben yazıyorum, okuyan okur, umurumda bile değil’ deme hakkı yoktur.
Yazdıklarımın geniş kitlelere ulaşması tabii ki benim de istediğim şey. Ancak medya, yani gazete, dergi, televizyon olmadan olmuyor. Onlara ulaşmak da kolay değil. Masallardaki Kaf Dağı’na benziyor. Yani olanaksız adeta… Bitmez tükenmez yolları kat etseniz de, bir bakıyorsunuz bir arpa boyu yol almışsınız. Sahi ‘masal dünyasının arpaları yüzlerce kilometre uzunluğunda mıydı acaba?’
Kendinden, yapıtından söz ettirmek için ya önemli bir kariyerin olacak ya da kitapların güçlü bir yayınevinde çıkacak. Bunlar oldu mu tüm kapılar açılıyor. Yoksa ‘ağzıyla kuş tutsa’ diye bir söz vardır ya… Ağzınla değil, istersen kirpiğinle tut o kuşu, Çin seddi dikiliyor karşına; taştan kayadan da değil, çelikten bir set.
‘Önemli bir kariyerin olacak’ dedim de aklıma geldi. 80’li yılların sonlarına doğru, hayatta olmadığı için adını veremeyeceğim bir arkadaşın kitabıyla ilgili yaşanan ilginç bir gelişmeyi unutamıyorum. Şubatta çıkacağı planlanmış olmalı ki Mart ayı dergilerinde tanıtım yazıları, yazarla yapılan çarşaf çarşaf söyleşiler yayımlandı ve kitap anında onlarca dergide liste başı gösterildi. Tersliğe bakar mısınız, o günlerde de ülkede kağıt sıkıntısı vardı. Seka yeterli kağıt üretmediği için (belki de grev nedeniyle) yayımcılar ithal kağıt kullanıyordu. Bir talihsizlik de navlun sorunu nedeniyle İsveç ile Türkiye arasında gemiler çalışmaz olmuştu. Böylece kağıt ancak iki ay sonra ulaşabildi Türkiye’ye. Yazarın altı, hatta on altı baskı yaptığı söylenen kitabı iki ay sonra çıktı. O arkadaş geniş kitlelere ulaşan bir derginin başında olmasa olabilir miydi bunlar? Hele de bu, dergi dergiler zincirine sahip bir kuruluşun çıkardığı dergiyse.
Medyada göz önünde olmanın en kolay ve en etkin yolu kuşkusuz ki kitabınızın güçlü bir yayınevinde çıkması… Benim öyle bir şansım olmadı. Dediğim türden bir yayınevinde çıkan tek kitabım, ikinci romanım ‘Asmalı Pencere’ idi. O da talihsiz bir döneme rastladı. Romanım orada çıkmıştı ama Adam Yayınları’nın o günlerde beni görecek gözü yoktu. Tüm enerjileri benden beş-altı ay önce ilk kitabını yayımladıkları genç bir hanımın romanına odaklanmıştı. ‘Asmalı Pencere’ kaynayıp gitti.
Kısacası yazarları tanıtan, verdikleri ilanlar, yazdırdıkları yazılarla onları medyaya taşıyan yayınevleri elbette. Kitabınız ne kadar büyük bir yayınevinde çıkarsa, kendisinden o kadar çok söz ettirecek demektir. Ödül mekanizmasında da etkin bir güç onlar. Zor bir yanı yok bunun, on ya da yirmi yılın ödüllerini alan kitapların bir listesini çıkaracak olursanız, ak mı kara mı ortaya çıkar.
Kısıtlı da olsa medyada yer almanın bir başka yolu da bireysel ilişkiler ki ayrıntısına girmeye hiç gerek yok bunun.”

not: yazı medyatavadan alınmıştır. 
 

8 Temmuz 2012 Pazar

Aptallar her zaman kazanır

Savaşı aptallar çıkarır, acımasızlar aptallar için savaşır. Barış isteyenler, acımasızlar tarafından öldürülür ve savaşı her zaman aptallar kazanır..
 öperim hepinizi...
Göktuğ Canbaba- '12 Temmuz- Yazmanın iyi hissettirdiği huzurlu bir pazar günü - 
 

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails