23 Aralık 2010 Perşembe

Teşekkürler...



Eveeeet Tılsım-ı Kudret raflarda yerini alalı bir ay oldu ve şimdiden romanla alakalı birçok harika geri dönüş aldığımı söylemeliyim. Anlaşılan fantastik okurların kendi kültürümüzden motifler taşıyan böyle bir hikayeye ihtiyaçları varmış. Tılsım-ı Kudret bu ihtiyaçları bir nebze karşılayabildiyse ne mutlu bana!! Okuyup yorumlarını benden esirgemeyen, okuyup da esirgeyen, okumayıp kitabı bir köşeye bırakan ama bir gün okuyacağına inancı sonsuz olan herekese çook teşekkürler :)))

Fransız'ın eski model mustang'ıyla yollara düşmesinin üzerinden çok zaman geçmedi ve Baharat Tüneli Ozanı Bodur Nafi kendine münhasır üslubuyla hikayelerini anlatmaya devam ediyor kimi yerleri çatlamış şarap fıçısının üzerinde. Osmanlı'nın üzerinde daha önce görülmemiş, duyulmamış hatta ve hatta işitilmemiş ölgün bulutlar dolanmaya başladığında eski tılsım üstadı İbn-i Reşad konuşmaya başlıyor gece ve gündüzle, ay ve güneşle. Şehzadenin humma uçrumundan aşağı yuvarlanmış zihni yeni hinlikler peşinde dolanırken cennet ve cehennemde işler karışmaya başlıyor yine. Kan Göğü'nün Çocukları dipsiz karanlığın içinde fısıldıyorlar efsunlu hikayeyi kulaktan kulağa...

M.Ö Mezopotamya topraklarında bizi selamlayan Tılsım-ı Kudret, günümüz İstanbul'unda hiç de alışık olmadığımız bir hikayeyi anlatıyor okuyuculara. Kimi zaman ateş ve külden yapılmış fırçalarla resmedilen cehennemin sınırlarına yaklaşıyor kimi zaman da ışık ve nurla gören gözlerden bakıyor dünyaya.
Kısacası, Tılsım-ı Kudret sizi hiçlikten varlığa, ateşten toprağa davet ediyor.
Yapmanız gereken adım atmak. Her zaman söylediğim gibi,
Yolculuğa başlamak için adım atmak gerekir; ya zihinde ya toprakta atılmalıdır adım; ya da hem zihinde hem toprakta…

İyi Yolculuklar...

Romanla ilgili son gelişmeleri, sıradaki projeleri, röportajları, söyleşileri, her şeyi BURADAN takip edebilir, Tılsım-ı Kudret'in dostluğu baldan tatlıdır derseniz ise ona da BURADAN ulaşabilirsiniz...

Sevgiler...

Göktuğ Canbaba

2 Aralık 2010 Perşembe

Tılsım-ı Kudret'in Yolculuğu Gölge Dergi'de



TILSIM-I KUDRET'İN YOLCULUĞU

Tılsım-ı Kudret'in yolculuğunu Gölge Dergi'ye anlattım. Roman basılana kadar başından neler geçti, kimlerle tanıştı, neler yaşadı hepsi bu yazıda!!!

TILSIM-I KUDRET'İ İNDİRİMLİ SATIN ALMA İMKANI

10 Kasım 2010 Çarşamba

Tılsım-ı Kudret İmza Günü













----------------------------
Cumartesi günü Tüyap'taydık. Yeni arkadaşlarla tanıştık, eski dostları gördük, bol bol Tılsım-ı Kudret imzaladık!!

Herkese çok teşekkürler, keyifli okumalar!!!!


Tılsım-ı Kudret Ön Okuma

Tılsım-ı Kudret İndirimli Satın Alma İmkanı

29 Ekim 2010 Cuma

Yeni romanım Tılsım-ı Kudret TÜYAP Kitap Fuarı'nda!!



AYRINTILI BİLGİ VE ÖN OKUMA İÇİN
Tılsım-ı Kudret

İNDİRİMLİ SATIN ALMA İMKANI İÇİN
Tılsım-ı Kudret

22 Ekim 2010 Cuma

16 Ekim 2010 Cumartesi

6 Ekim 2010 Çarşamba

Yeni Romanım Çok yakında!

Çok ama çok yakında yeni romanımla okuyuculara tekrar merhaba diyeceğim!

Ozanın şarkısı'ndan bu yana epey zaman geçti. Nereden baksanız 3 sene oldu. Galenar'ın şarkısını dinleyenlere çok teşekkürler. Şarkının devamı gelmediği için çok üzgünüm ama bu devamının hiç gelmeyeceği anlamına gelmiyor tabii ki. Benim dışımda olaylar gelişti malesef. Biraz beklemek lazım sadece. Bana sık sık mesaj atan, Thalian'ın, Eryns'in kaderlerini merakla bekleyen arkadaşlara da teşekkür etmeliyim.

Her neyse, yeni romanım çok ama çok yakında raflarda yerini alacak. Ne zaman ve hangi yayınevinden çıkacağını yakında söyleyeceğim. O zamana kadar dostum Ertaç Altınöz'ün romanım için çizdiği illüstrasyonu keyifle inceleyebilirsiniz. :)



Osmanlının kayıp bir zamanında, sislerle örülü garip hikayeler sokaklarda başı boş dolanırken, ay ve yıldızlar birbirine sarılmış, olanları korkulu gözlerle izlerken o, unutulmuş bir yerden gelen; tadın alınmadığı ve toprağın kokmadığı bir diyardan sessizce süzülen,fısıldayacak kulaklarınıza çok ama çok eski bir hikayeyi. Derin bir nefes alın ve arkanıza yaslanın. Gözlerinizi kapatın ve sadece kulak verin gelenin söylediklerine. Çok yakında sırlar hiç olmadığı kadar açığa çıkacak...

İllüstrasyon: Ertaç Altınöz

14 Mayıs 2010 Cuma

Yol Sohbetleri -mucize getiren-




“Şimdi sen söyle gogo,” dedi Fred gökyüzüne bakarak. Yolculuğumuzun bilmem kaçıncı gününde atlın saçlı tarlanın üzerinde yatıyorduk ve o an evlerimizden çok ama çok uzaktaydık. “Hangi yıldızı seçiyorsun?”
Yıldız tahmin etmece oyunu sonsuz evren, ben ve Fred arasında gerçekleşen bi antlaşmaya dayanıyordu aslında; onu basit bir oyundan daha öte bir noktaya taşımıştık günler geçtikçe. Bizim, yani göçebe turistlerin gece soğuğundan, türlü böceklerden ve karanlığın ürperten şarkısından korunmamıza bi şekilde yardımcı oluyordu bu oyun. Ayyathuya’dan yola çıkalı birkaç gün olmuştu ve şimdiden kaybolmuştuk. Gece yine çok karanlık, yıldızlar çok parlak ve biz çok sarhoştuk…

“Senin gökyüzündeki yıldızlar da birbirlerinin peşinden koşuyorlar mı Fred?” diye sordum geceye sırıtarak. “Eğer sadece benimkiler böyle yapıyorlarsa kişisel evrenimde bir sorun olduğunu düşünmeye başlayacağım!” Fred güldü. Başının altına destek yaptığı ellerini oldukları yerden çekti ve onları gökyüzüne uzattı; sanki yıldızları teker teker toplayacakmış gibi. “O kadar uzaklar ki şu an, yakında olsalar kıçlarına iki tekme atar ve onları oldukları yere çivilerdim!”

Gündüz, başakların arasına karışmış esrarengiz kokular rüzgâr estikçe ayyuka çıkıyor, kalan son yudum içkimiz ise şişenin içinde midemize ineceği zamanı iple çekiyordu. Sonsuzluğun ortasında uzanmış, gecenin içinde iyiden iyiye küçülmüş gözlerimizle evreni izliyorduk. Düşündükçe ne de ilginç geliyordu evrenden sonsuz kat daha küçük olan gözlerimizin aslında onu izleyebilecek kadar büyük olması!

“Eee dostum söylemeyecek misin?” diye sordu tekrar Fred. “Hangi yıldızı seçiyorsun?” O an evrenin içindeki kısa süreli yolculuğumu tamamlayıp cevabı söyleyiverdim bir anda. “Batıdaki en büyük dağı görüyorsun değil mi, işte onun karlı doruğuna tünemiş yıldızı seçmiştim,” dedim. “Bilemedin,” dedi Fred umutsuzca ve kalan son yudum sert Nepal viskisini fondipledi. Boğazı epey yanmış olmalıydı. Gözlerini kapadı ve dişlerini göstererek garip bir ses çıkardı. Kapı gıcırtısı ya da bi yere kuyruğunu sıkıştırmış zavallı bi köpek gibi bi ses çıkarıdı. “O zaman mucize bu sefer de gerçekleşmeyecek dostum,” dedim umutsuzca. Eğer tahmin ettiğim yıldızı bilseydi küçük yol oyunumuza göre mucize de gerçekleşmiş olacaktı. Bu evrenin sivilceli suratında oynadığımız ve bizzat onun noterliğinde gerçekleşen bi oyundu; yıldızı bilmemiz halinde mucize de gerçekleşecekti. Fred’le geçirdiğimzi onca soğuk ve tehlikeli gecede belki de bu mucize fikri bize ışık olmuştu. Bizi etrafımızdaki her şeyden koruyor ve sabahın ağır aksak ilerleyişini hızlandırıyordu sanki.

“Sıra sende,” dedim Fred’e. İçkinin tamamını bitirmiş olduğunu görüyordum ama yine de ona kızmamıştım. Öğlen bi yak öküzü tarafından boynuzlanması epey canını yakmıştı ve bacağındaki yara yüzünden hâlâ topallıyordu. Kısacası Fred’in içkiyi bitirmeye benden çok daha fazla ihtiyacı vardı. Şişmiş ve ufalmış gözleriyle bana baktı. Serseri suratı yorgun ve umutsuz görünüyordu. Belki de bu bilinmez yolculuk ikimizi de gereğinden fazla yormuştu. “Bu sefer bileceğim ve mucize gerçekleşecek,” dedi hafif hafif öksürerek. Bi şey söylemedim. Evrenin sivilceli suratındaki hangi sivilceyi seçeceğini bilmek loto kazanmak ya da bi uçak kazası geçirmek kadar zordu ne de olsa!

Fred sessizliğini korudu. Bu yıldızı seçtiği anlamına geliyordu. Yolculuğumun başbelası, sürekli sorun çıkaran adamı şimdi kendi sorunlarının içinde mucizeyi bekliyordu. “Kutup yıldızının çaprazındaki yıldızın altındaki üçüncü yıldız,” dedi birdenbire. Serseri herif bilmişti; Bu olanaksız bir şeydi ama olmuştu işte! Karanlığın içinde gözlerimiz sayamayacağımız kadar yıldız görürken Fransız piç kurusu hangi yıldızı seçtiğimi bilmişti. Peki şimdi ne olacaktı?

“Üzgünüm dostum,” dedim birdenbire. Sanki her şey öylesine bir anda gelişmişti. Kötü günler geçiriyordu, yorgundu ve içtiği sert içki sayesinde uyumak üzereydi. Kısacası mucize diye bir şeyin olmadığını tadacak durumda değildi. “Bir gün…bir gün…evrenin…” diye mırıldandı kendi kendine ve gözlerini kapadı. Rüzgâr yine soğuk soğuk esti. Başaklar boyunlarını eğdiler ve öyle kaldılar. Sanki önemli birisini selamlarmış gibi..Hafifçe doğrulup neler olduğuna baktım. Gördüklerimi anlamlandırmam biraz uzun sürdü. Gökyüzü yanımıza inmişti ya da biz bir anda yukarıya çıkmıştık bilemiyorum ama bildiğim tek şey evrenin bizi o an kucaklamış olmasıydı. Fred’i ayağımla dürttüm sertçe. Gözlerini açtığında ne boynuz yarasını ne de bacağındaki yarayı hatırlıyordu. Evren sözünü tutmuştu. Mucize gerçekleşmişti. Milyonlarca yıl önce sürüklendiğimiz yerde, herhangi bir yıldızın kalbindeydik ve koca evren ayaklarımızın altındaydı. Rengarenk nebulaları, asteroid kuşaklarını ve yaşayan diğer galaksileri görebiliyorduk. Hepsi yanımızdaydı. Daha önce görmediğimiz binbir renkle örülü evren etrafımızda dans ediyordu ve biz o an gelmiş ve gelecek olan her varlığın sesini duyabiliyorduk sanki. Yaşamışlar ve yaşayacak olanların kahkahaları arasındaydık. Mucize işte buydu; tümün içinde bir, birin içinde tüm olmaktı... O an Fred'in aptal suratının ne hale geldiğini görmek isterdim açıkçası ama evren ayaklarımın altında dururken Fred'in suratına bakmak sizce de mantıksız olmaz mıydı?

yazan:göktuğ canbaba
fotograf

4 Nisan 2010 Pazar

kozmik çöplükte vals




herkes kendi dünyasına bir kat daha çıkmaya çalışırken, bir gün hiçbir sebep yokken, hayat çok ama çok güzelken belki, belki de çok boktan ilerlerken; her şey bitebilir aniden.. büyük bir gürültüyle ya da sessiz ve derinden. Bombaları patlatan geri zekalılar sizin boktan ya da güzel hayatınız hakkında en ufak bir fikirleri bile olmadan, biten şeyler üzerine bir sigara içebilirler.. çok derine çekebilirler dumanı keyifle ya da yok olmuş bakışlarınızın üzerine üfleyebilirler birden.. çökmüş binaların altında bir zamanlar sağlam olan bağırışlar, kahkahalar ve tüm hayaller kozmik çöplükte kaybolurken, hayat geri zekalılar imparatorluğunun salonundaki dansına devam eder. bir adım ileri, bir adım geri...

göktuğ canbaba

9 Ocak 2010 Cumartesi

ödül varmış alın da öyle gidin



Efenim bloglar arası mekik dokurken bir ödülün kapımı çaldığını gördüm. ödül dediysem heyecanlanmayın hemen ufak bir sevgi gösterisi diyebiliriz buna :) Güneş ışığı ödülüymüş adı. sevgili Digital günlük bana vermeyi uygun görmüş bana da bu ödülü başkalarına (tam 12 kişi) vermek düşmüşşş.. :)) vazifemizi yerine getirmek lazım dedim verdim ödülleri, 12den çok fazla beğendiğim blog var ama aklıma ilk gelenleri sıraladım gitti. gönül isterdi ki bu blog sahiplerine birer hediye de gönderelim, şöyle mustang falan kırmızısından ama sanırım daha bu kadar ilerlememiş olaylar :) lanetli mektuplar var ya onlara döndü bu biraz. şu anda yazdıkalrım eğer 12 kişiye ödül vermezse başlarına çok kötü şeyler gelecek AHAHAHA gelmez gelmez vermeseniz de olur off ne uzattım ya! kendimden sıkıldım..

and the oscar goes to geyiğini de yapmadan gidemedim

Eva harika yazıları pek ilginç öyküleri için. haa bi de parise taşınmış bu bile yeter!

Griffit pek eğlenceli bir blog yazarı. bi de japon sevdalısı, ortak yönler ödülü alır!

sufi değerli öykülerini okudukça öğreniyor insan

freakme sıkı dost, sağlam neyzen

loreathan animeler, filmler, oyunlar, eğlenceli her şey onda!

suluköfte ee yazıyo kız daha ne olsun

mademoiselle coco pek hoş yazılar, aynı güzellikte post müzikleri

kediler ve kitaplar kedilerve kitaplardan daha güzel ne olabilir?

hesionka oyuncaklar, pek değişik eşyalar, efenime söyleyim daha neler neler

evrensel müzik fazla söze gerek yok

uzağa giden kadın pek çok yararlı işler, alkışlar..

bakıyorum da pek ilginizi çekti!


işte boş zaman böyle değerlendirilir :))

8 Ocak 2010 Cuma

ne adamsın sen Baumba



Batan güneşin altında, okyanus ayaklarımı gıdıklarken karşımda duran kadın bana hayatını berbat eden saçmalıkları, yanlışlıkları anlatıyor ve sorunlarına bir çare bulmamı istiyor. Gülüyorum yerlerde yuvarlanırken, avazımın çıktığı kadar kahkaha atıyorum ve kimim ki ben diyorum kendi kendime, kimim ki senin sorunlarına bi çare bulayım? Ben göbek adı sorun olan adamım, bu sence de biraz ironik değil mi?

Sonra kendime bakıyorum onun gözlerinden. Nasıl oluyor bilmiyorum ama görüyorum kendimi bi şekilde. Hiç de yerlerde falan yuvarlanmıyorum hatta kahkaha falan da attığım yok. Gayet ciddiyim ve kadının sorunlarını umursar gibi görünüyorum. Biliyorum ki o sıra aklımda Akha kadınının sulu birası ya da bi kaç gün önce kıçımı kesmeye çalışan Sadular var. Her zaman bir şeyler vardır zaten bilirsiniz.. Sadece dinliyormuş gibi duruyorum karşısında. Bana bi soru soracak olsa ne diyeceğim gayet açık. “Evet zor zamanlar bunlar ama atlatmanın her zaman bi yolu vardır.” her zaman aynı cevapları verip yoldan kaçan adamım ben. Hızla kaçış anayoluna girer ve ilk moteli görene kadar en az 90la devam ederim. Otostopçu almam ve şans eseri bi kaplumbağayı falan ezip yoldan çıkmazsam eğer, yaşam da bi şekilde benim için devam eder.



Fakat orada yani cennete tırmanan kayalıkları nda uzun süre durunca insan bi garip oluyor nedense. Buraya gelmemizi Baumba adında bi Sadu tavsiye etmişti, birbirimize karşı olan savaşımızda ve hatta dünyayla olan çatışmamızda bize kayalıkların bir yardımı olacağını söylemişti. Adımlarımı bin yılık kayaların üzerine atmadan önce sadunun sadece bize biraz bilge gözükmek istediği için bu gibi şeyleri zırvaladığını düşünmüştüm ama olaylar biraz farklı gelişmeye başladı burada. Sanki burada okyanusu dinlediğinde onun ruhu sana bilgelik veriyor bilemiyorum. Nadaje ağlıyor önümde ve ben yavaşça ayağımı gazdan kesip hız kaybetmeye başlıyorum. İbre düşüyor, düşüyor.. Evet ortada bi kaplumbağa yok, motel de göremiyorum. Bu sefer sadece sorunları dağıtmam gerekiyor buna eminim. Nadaje, yani ağlayan kadın bana teklifler sunuyor, gözyaşları yanaklarından kayalıklara düşerken mavi gözleri sanki üzerinde durduğum okyanus kadar derinleşiyor.

Ben, hızla dünyayı ileri saran adam zamanın o an saniyenin bilmem kaç hızında yavaşladığını hissediyorum. Bir şeylere yardım etmek istiyorum ama neye ve ne için yardım etmek istediğime dair içimde en ufak bir düşünce yok. Sadece iyi bi şeyler yapmak istiyorum ve kadının bana saatlerce ne anlatmaya çalıştığı hakkında en ufak bir fikrimin olmaması bana acı veriyor. Keşke onu biraz olsun dinleseymişim diyorum, kalpten gelen kelimelere kimsenin sırt çevirmeye hakkı yok. Ağlamaklı oluyorum birden. Hız kesiliyor ama sanki dünya büyük bir hızla bana çarpmış gibi hissediyorum. Baumba geliyor aklıma. Sanki suda siması var. “kimden gelirse gelsin melodi, ya doğadan , ya insandan, ya da hayvandan, onun sesi aslında senin içinden gelir. Geleceği tek yer de zaten orasıdır, ne geçmişten ne de gelecekten gelir sesler,” diyor. Bilmiyorum ya Baumba o sıra gerçekten konuşuyor ya da ben yaşlı kaçığın bana günlerce önce söylediklerini hatırlıyorum.

Kafam karmakarışık oluyor, kayalıklar gerçekten de büyülü olmalı diyorum kendi kendime ve Nadaje’yi kaybetmemem gerektiği anlayıp ona sarılmak için bir hamle yapıyorum. Onu kucaklıyorum ama kadın bir anda o kadar kayganlaşıyor ki kollarımın arasından kurtulup denize dalıveriyor. Son gördüğüm büyük iri bir yüzgecin suratıma çarptığı ve kıçımın sertçe kayalıklara vurduğu. Bununla eş zamanlı olarak da sahilde duran arabanın motorundan gürültülü bir ses çıktığını ve lastiklerin toprak ananın suratına acı verdiğini hissediyorum.

Bir kaç saat sonra kayalıklarda kendime geldiğimde ne yanımda Nadaje var ne de sahilde arabam. Baumba’nın sırıttığını görebiliyorum. Kayalıklar bana ne söylemek istedi diye düşünüyorum uzun uzun. Eco2OOO adlı motele gitmek için bir arabam yok, artık bir sevgilimin de olmadığı aşikâr hatta sevgilimin bir denizkızına dönüşüp Baumba ile kaçmış olma ihtimali bile gerçekçi geliyor bana burada. sonra fark ediyorum ki hepsi saçma şeyler düşündüklerimin. Gerçek olan tek şey “an” ve o an ben okyanusun şarkısını duyabilecek kadar yakınım dalgaların kalbine. “Boşver,”diyorum kendi kendime ve uzanıyorum kayalıklara. Bi nepal sigarası yakıyorum. çektiğim duman ciğerlerimi ziyaret ettikten sonra kızıl gökyüzünde dans etmeye başlıyor. "Hayat her şeye rağmen güzel," diyorum sırıtarak. Hayat her şeye rağmen güzel...

Fotoğraf ve yazı: Göktuğ Canbaba

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails