29 Haziran 2011 Çarşamba

vapurda ölüm pornosu



Yer: Efsanevi 9:15 vapuru Saat: 9:24 İstikamet: Kadıköy-Eminönü Durum: Kötü, Çok kötü

“Sence bunu da sandığa kaldırayım mı abi?” diye sordu Bülent. Bülent değişik bi adamdır. Çok incedir ve bir hayli uzundur. Yani benden bile uzun işte, siz tahmin edin gerisini. Ama Bülent’in anlaşılmazlığı uzun ve ince olmasıyla açıklanamaz kuşkusuz; sihirli sandığına sevdiği şeyleri tıkma özelliği birçok sorunun cevabını bize söyleyebilir. Mesela Bülent sıkı bi fantastik edebiyat okuru olmasına rağmen LOTR’un son kitabını okumadı. Onu sandığa kaldırdı. Çok sevdiği Alice in Chains’in bir albümünü dinlemeden sandığına attı. Hastası olduğu bir yazarın en çok beğenilen kitabını da okumadan kaldırıverdi sandığa. Yani demem o ki Bülent rahatsız biri. O, dünyanın sonu için saklanan tohumları kuzeyin bilmem neresine gömmekle görevli çılgın bir bilim adamı gibi... Dediğine göre 60ına gelince sandığını açıp en çok sevdiği şeyleri orada bulmak ve onları taze taze tırtıklamak büyük mutluluk olacakmış. Peh! 60ında hâlâ aynı zevklere kucak açıyor olacaksa o başka tabii.

Neyse konumuz Bülent değil. Bi konumuz yok aslında. Saçma bi olay anlatayım demiştim. Bilirsiniz saçma olayları severim..

“Kaldırma abi,” dedim. “Al ve oku. Oku, bitir ve üzerine de bi sigara yak. İnan bunu 60ında yaparsan daha iyi hissetmeyeceksin. Hem belki 60ında sigara bile içemeyeceksin. Bokunu çıkarma.” Bülent güldü. Ama ben onun bu gülüşünün ne anlattığını biliyordum. Ölüm Pornosu sandığa gidiyordu, başka yolu yoktu.

Bay 72 nin maceralarını okuyordum. Vapurdaydım, yanımda yumurta kokan bir adam ve onun koca kafalı çocuğu vardı. Çocuk da yumurta kokuyordu. Çocuk neredeyse hiç susmuyordu. Ah çocuk. Keşke biraz daha sevimli olabilseydin.

“Baba, abi ne okuyor?” diye sordu velet yanımda. Amcanın kolu sürekli elime sürtüyor ve kokusu rüzgarla çarpışıyordu. Hangisi galip gelecek diye merak ediyordum son 10 dakikadır. Rüzgar mı, yoksa amca mı daha güçlüydü?
“Abi kitap okuyor oğlum. İnsanları rahatsız etmeyelim..aa bak yunus..” Tabii ki yunus falan yoktu denizde. Ama çocuklar aptal olur, az pişmiş yumurta kokulu çocuk saf gibi baktı denize. Bi bok göremedi. Görülecek bi şey yoktu çünkü. Ben Ölüm Pornosu’nun içinde bir yerlerdeydim. 600 kişiyle yatacak olan Wright’ın akıbetini merak ediyordum. 600 kişiye yatmak, diyordum kendi kendime. Büyüksün Wright. Ben asla 600 kişiyle yatamayacağım!

“Babacığım, abi ne okuyor, ismi ne kitabın?” diye sordu bi kere daha çocuk. Hafiften terledim, bi sinir bastı vücudumu. Derin bir nefes aldım ve çocuğa döndüm. “Büyüklerin okuyacağı kitaplardan birini okuyorum ufaklık,” dedim. Kurduğum cümle 3. sınıf bir dizinin saçma sapan repliği ya da basit bir kitaptaki sahte bir kahramanın sözcükleri gibiydi. Basit bir kahraman gibi hissettim kendimi. Bülent’e baktım. Ölüm Pornosu’nu sandığına koyacağı için keyifli görünüyordu. Bülent romanın ana kahramanıydı sanki ve ben denize atılacak ilk tutsaktım. Unutulan ilk karakter ben olacaktım. Kalın çerçeveli gözlüklerim bile yoktu oysa ki!

“Abiyi rahat bırakalım da okumasına devam etsin,” dedi amca. Rüzgarla olan savaşını kazanmıştı ve çiziklerle dolu suratında haklı bir sevinç vardı adamın. Vapur, amcanın az pişmiş yumurta kokusunu benimsemişti, belki de ona yenilmişti. Vapur, bir tabak çorbanın üzerinde yüzen, yarısı yenmiş sarılı beyazlı bir yumurtaydı sanki.
Derken çocuk ağlamaya başladı, ne okuduğumu merak ediyordu. Etraftakiler bana sinirlenmişti çünkü kitabın ismini çocuğa söylemiyor ve kitabın içeriğini sevecen bir abi gibi anlatmıyordum. Ne kaba bi adamdım ben böyle! Çünkü Türk insanı misafirperverdir, çünkü Türk insanı asildir ve kibardır falan filan. Ben Türk değil miydim yoksa?
“Nedir kitabın ismi, hadi söyle de daha fazla ağlatma çocuğu,” dedi karşımdaki orta yaşlı kadın. Kadın hiçbir şey kokmuyordu. Kadın kokusuzdu. Kokusuz kadın belki de muzır neşriyat kanunnamesi baş infazcılarından biriydi. Amca çocuğu susturmaya çalışıyor, çocuk bağırıyor, Bülent gülüyor ve ben terliyordum. Bir yan karaktere bu kadar yüklenilmezdi gerçekten!

Bir an vapurdaki herkes bana bakmaya başladı. Daha önce bu kadar insan bana bu denli beklentiyle bakmamıştı hiç. Onur duydum. Yan karakter profilim güçleniyordu sanki. Acaba ana kahraman olarak mı ölecektim romanın sonunda? Karakter ivmem yükseliyordu şüphesiz.

Çocuğun, derileri yırtan ve kemikleri un ufak eden sesi eşliğinde yaşlı teyzenin bakışına, amca baskısına ve yeni yetme üniversiteli gülüşüne daha fazla dayanamadım. Yenildim.
“Ölüm Pornosu,” dedim. Kimse anlamadı ilk önce, sanki sadece çocuk anlamıştı. Çünkü o susmaya diğerleri konuşmaya başlamıştı. Amca “Ne?” diye sordu. “Ölüm pornosu,” dedim sesimi yükselterek. Bülent kıkırdamaya başlamıştı. İlk defa porno izleyen bir ergen gibi gülümsemişti. Her an boşalabilirdi. Belki de o an boşalıyordu, bunu bilemezdim..

Karşımdaki teyze aniden yerinden kalktı ve cıkcıklayarak vapuru terk etti. Belki de diğer muzır avcılarına gidiyordu. Sittirsin gitsindi. Denize atladığını düşünmek beni mutlu etmişti. Deniz, soğuk nefesini kadının yaşlı vücuduna üflüyordu. Kadın çoktan donmuş olmalıydı. Gülümsedim. Amca “ enüzübilla” gibi bi şey söyledi. Anlamadım. Yeni yetme üniversiteli somurtuyordu, sanırım daha önce hiç sevişmemişti ve ben pornodan falan bahsedince bana sinirlenmişti. Bülent kıkırdamaya devam ediyordu. Bülent 2. kere boşalıyor olabilirdi.

Herkes yanımdan uzaklaştı. Pis kokan bendim sanki, sanki bendim rüzgarla olan saçma savaşı kazanan. Kokladım kendimi. Hayır kesinlikle kötü kokmuyordum. Kısa sürede kimse kalmadı yanımda. Belki de güzel koktuğum içindi yalnızlığım. Kitabı açıp okumaya devam ettim. Bay 72 nin maceralarına daldım. O sıra herkes uzaklaşınca Bülent bi sigara yaktı. Vapurda! Piç kurusu yine ana karakter olmayı başarmıştı. Ben yan karakter olarak romanı okumaya devam ettim ve o gün kimse ölmedi.

Göktuğ Canbaba Haziran'11

Not: Yeni kayıt girmem için bloga ve mail adresime seslenenleri ayrıca öpüyorum. Bu ara çok yoğunum, yoğruluyorum, mıncıklanıyorum, çok çalışıyorum. Sizin postları da okuyamadım ama en kısa zamanda yaklaşacağım yanınıza… evet şirinsiniz..

Öperim hepinizi…

10 Haziran 2011 Cuma

Evrenden ve savrulan meteorlardan bahsediyordu şarkıda



Tanrım ne de güzel söylüyordu şarkıyı radyodaki kadın. Aralıktı, kar yağıyordu, insanlar terk ediyor ve aldatıyordu o gün; aşık olup evleniyorlardı belki, çok içip kusuyor olduklarına şüphem yoktu, öpüşüyor ve biraz daha gerçek oluyorlardı muhtemelen, aşklarını buz tutmuş toprağın kalbine gömmelerinin üzerinden 3 hafta geçmiş olanlar unutmuşlardı yaşadıklarını, bazıları ise 3 yıl geçse bile unutmayacaktı şüphesiz. Tüm bunlar olurken, yani insanoğlu işeyip sıçtığı sürenin arta kalan zamanlarında bu boş işlerle uğraşırken o kadın, siyah küçük kutunun içinde dans eden güzel kokulu fahişe, belki de kimsenin söylemeyeceği kadar güzel söylüyordu şarkıyı.

Evrenden ve savrulan meteorlardan bahsediyordu şarkıda, bal dolu kavanozların içindeki tatlı aşkları anlatıyordu ve kesip yapıştırıyordu cama düşen yağmur damlalarını. Kes…yapıştır…kes…yapıştır…
Yağmur damlalarıyla oynamaya bayılıyordu radyodaki kadın.


Kara radyodaki kadın bal dolu kavanozların içindeki tatlı aşklardan bahsederken ocakta kaynamakta olan tencerenin içindeki makarna taneleri birbiriyle sevişmeye başlamıştı bile. Tencerenin sahibinden daha ateşli dudaklara sahipti makarna taneleri. Hava çok soğuktu ve kürkler içinde etrafa caka satmaya bayılan orospu çocuğu kış rüzgarı ateşli dudaklardan ve makarna tanelerinden hiç hoşlanmıyor gibiydi. Daha sert tokatlıyordu tencerenin sahibinin evini. Kış rüzgarı pek az şeyden hoşlanırdı zaten; tokatlamak da bunlardan sadece biriydi.

Tanrım ne de güzel söylüyordu şarkıyı radyodaki kadın. Sesiyle kıtaları birleştirebilirdi belki de; hem de hiç yapıştırıcıyla ihtiyaç duymadan yapardı bunu. Gökyüzüne sarılabilir, toprağa tükürebilirdi. Bunları yaparken dünyayı güzelleştirir ve asla sinirlenmezdi kış rüzgarına.

Makarnalar uzun bir sevişmenin ardından, tencerenin sahibinin ağzında sigaralarını tüttürürken radyodaki kadın şarkısını usulca bitirdi. Aralıktı, kar yağıyordu ve henüz bitmiş güzel bir şarkının yerini çok az şey tutabilirdi.

Göktuğ Canbaba Haziran 2011
görsel

öperim hepinizi...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Şehir ışıkları güzel yumruk atar



Şehir ışıkları güzel yumruk atar. Çok iyi sol kroşeleri olduğunu görürsünüz eğer çok içtikten sonra onlarla dövüşmeye kalkarsanız. Şişmiş, yer yer morarmış gözlere sahipseniz, siz de şehir ışıklarından kaçan biri olmuşsunuz demektir. Korkak demek istemem size ama hayli yorgun olduğunuzu ve kaybettiğiniz bir şeyler olduğunu fısıldayabilirim kolayca. Onlar karanlık kentlerin kötü ruhlu dedektifleridirler. Avuç içlerinizdeki çizgileri takip ederek sizleri bulur ve hapsolmuş böceklerle dolu kalpleriyle sesszice izlerler adımlarınızı.

Şehir ışıkları çıplak elle dövüşür. Nereye vuracağını çok iyi bilir bu piç kuruları. Kaçıp kurtulmak zordur onların elinden zira suratı darmadağın olmuş asfalt hemen haber verir neler karıştırdığınızı. Alnının üzeri sigara yanıklarıyla dolu yollar şehir ışıklarının en yakın dostlarıdır ne de olsa; onları suçlamamak gerekir. Sağ aparkatları insanı sersemletmeye yeter şehir ışıklarının. Eğer içmeyi seven biriyseniz, sizinle dövüşmeye bayılacaktır bu piç kuruları.

Şehir ışıkları kirli dövüşür. Yerdeki yalanları suratınıza çarpmaktan çok hoşlanırlar. Gözlerinize kum atıp, kıçınızı tekmelemeye çalışan sokak dövüşçülerinden pek az farkları vardır. Ağzınızın içine dolan kanı tükürmeye fırsat bulamadan sert yumruğunu hissedersiniz elmacık kemiğinizin üzerinde. İnsanın vücudunda yaralar açan kahkahaları meşhurdur şehir ışıklarının. Onların bir kere güldüğünü duyduysanız, işte o zaman gerçekten hapı yutmuşsunuz demektir.

Şehir ışıkları küfredenlerden, alkol denizinde sırtüstü yüzenlerden, tutkuyla sex yapanlardan, gülümseyerek işeyenlerden, iyi şiir yazanlardan ve aydedeyle konuşanlardan hoşlanmaz. Onlar küflenmiş kentlerin kabadayıları gibi boş sokaklarda nara atmaktan hoşlanırlar. Onlar lanetlenmiş sokakları mesken tutmuş kötü parfüm kullanan pezevenklerdir. Dudakları yaracak kadar keskin kenarlara sahip kadehlerin içinde dans eden fahişelerden ve gökyüzüyle sevişmeye çalışan delilerden de hoşlanamaz şehir ışıkları. Onlar sadece hiç görmedikleri güneşi taklit eden amatör oyuncular gibidirler. Işıkları sahte, sıcaklıkları geçicidir…
göktuğ Canbaba Haziran 2011
görsel

öperim hepinizi...

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails