25 Aralık 2009 Cuma

2010 ne getirsin? (mim)





Loreathan tarafından mimlendim efenim. Mimin konusu 2010 dan beklentiler..

2000 de arabalar uçacak ve zamanda seyahat falan mümkün olacaktı, en azından böyle söylentiler vardı ben ilkokula giderken. Bunun hayaliyle büyümüştüm ben ama 2010da hala körüklü otobüse biniyorum. Buna istinaden, bu iki olay gerçekleşmediği için ilk önce sevgili 2010'dan 2000nin yapamadığı bu iki fenomeni gerçekleştirmesini,

2000’e takmış değilim ama yine 2000’de Bill Clinton adlı şahıs uzaylılarla ilgili bilgileri açıklayacağını söylemişti ama şidi nerede kimse bilmiyor, Bi zahmet 2010’dan bunların açıklanmasını,

Atlantis’in bulunmasını ve “görmediğimden başka bir şeye inanmam,” diyen kişilerin gözlerine gözlerine sokulmasını,

Elimi her şıklattığımda bir adet turasan kalecik karası şarabın belirmesini,

Dünyayı dolaşacak kadar para ve cesareti bana bahşetmesini,

Kayıp halkanın bulunmasını,

Yeni romanlarımın çıkmasını, çok satmasını ayrıca sağlık, para ve sevgiyle çoştukça coşmayı,

Bu coşkunluğun üzerine Pearl jam’in tekrar Türkiye’ye gelmesini,

Konserden sonra kıtaların yer değiştirmesini dünyada bir avuç harika insan kalmasını ve bu insanların yüksek bilinçleriyle dünyaya gereken saygıyı vererek yeni bir çağ başlatmalarını diliyorum :))

2010’un herkese huzur getirmesi dileğiyle…

mimlerim sizi Foondah, maviduvar ve cAt haydi bakalım.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Sen yeter ki ilerle


Hey sen, sana söylüyorum beni kılını kıpırdatmadan dinleyen!
Arkana bakmadan ilerle. Ayaklarının altı soyulmaya, gözlerin yorgunluktan çığlıklar atmaya ve ellerin hissetmekten korkmaya başlayıncaya kadar ilerle. Güneş arkanda kalıncaya, ay ayak seslerini duymaktan sıkılıncaya kadar ilerle. Yeter ki ilerle, sen gezgin doğdun insan! Kimse seni taş binaların içine hapsedecek kadar güçlü değil. Bunu unutmadan ilerle. Tanıştığın her varlık, kokladığın her çiçek ya da tattığın her acı seni daha güçlü kılacak buna emin ol. Güneşin dostu, ayın sevgilisi oluncaya kadar koşmaktan çekinme. Çöl ayaklarının altında sana meydan okuyacak, okyanus sana öyle bir tokat atacak ki zor ayağa kalkacaksın ve gece seni korkutmak için türlü seslerle ruhunu dövecek ama sen yine de ilerleyeceksin. Yalnızlığının basit bir korku olduğunu göreceksin ilerledikçe. İlerledikçe yaşadığın hayatın bir kibrit kutusunda çırpınan sineğin hayatından bir farkı olmadığını anlayacaksın. Her bir adımında gözlerin görmeye ve uyanmaya başlayacak; kulakların duymaya. Aman sesini çok çıkartarak ilerleme. Sessiz ve anlayışla ilerle. Her bir canlının çıkardığı titreşime ortak ol ve onları daha önce hissetmediğin gibi hisset. Ağlayarak ya da gülerek ilerle, ne de olsa bi zaman sonra ikisinden de vazgeçecek ve ruhunla ilerlemeyi öğreneceksin. Kendini, aklını uzun zaman önce kaybetmişlerin koyduğu sınırların üzerinden atlayan bir çocuk gibi mutlu ve aydınlık göreceksin ilerledikçe. Sonra bir an kökleri dünyanın kalbine uzanmış insanların kahverengi kokularını duyacaksın ve korkacaksın. Deli olduğunu düşünecek ve durmak isteyeceksin. Önünde uzanan uçsuz bucaksız hayat seni korkutacak çünkü ardına her baktığında köklerinin ufalandığını göreceksin. Uzun yıllar boyu zincire vurulmuş bir tutsağın salıverildiğinde duyduğu korkuyu yaşayacaksın. Özgürlüğün korkusunu… Derin bir nefes alacak ve tepende dans eden kuşların şarkısına ortak olacaksın daha sonra. Gevşeyeceksin. Yavaş yavaş özgürlüğün tadı damaklarında gezinecek. Sert bir içki gibi yakmayacak boğazını midene inerken. Sarhoş bir sokak kadını gibi dans edecek kalbinde ve kırmızı ayakkabıları dövecek içindeki sokağın taşlarını zevkle. Rahatlayacaksın. Karşında duran ve seni daha önce hiç görmemiş olan kadim dağ, çehresinden süzülen yağmur suyunu asırlık çınarların köklerine bırakırken sen de gözyaşlarını hayat dolu toprağa armağan edeceksin. Rüzgâr suratını okşarken ve havada dans eden kumlar seni ellerinden tutup bilmediğin yerlere sürüklemeye çalışırken düşüneceksin. Doğanın oğlu olduğunu, okyanusların kızı olduğunu hissedeceksin. Hayvanların sesi sana artık yabancı gelmeyecek. Dünyaya ait her bir karış toprakta köklerinin, tüm zamanlarda ayak izlerinin olduğunu hayretle fark edeceksin. Bu ufak “aydınlanma” alnından başlayıp parmak uçlarına kadar seni hafifçe titretirken “Neden duruyorum,” diyecek ve ilerlemeye devam edeceksin. Güneşi kovalayarak, aya havlayarak ilerleyeceksin…


Fotoğraf:Doğacan Arıkan -- Yazı: Göktuğ Canbaba

19 Kasım 2009 Perşembe

"Pa Dong" -Tayland Seyahati Günlükleri-



Çok eski zamanlarda, her şey henüz yerinde yokken ve pek çok şeye isim verilmeden önce başladı Karen’lerin yaradılışı…

Masmavi gökyüzü rüzgârın sesiyle dans ediyordu o gün. Kendi aralarında şarkı söyleyen ağaçlar ve sessizliklerini ömürleri boyunca korumaya yemin etmiş kayalar rüzgârın melodisini dinliyorlardı. Ama bu büyüsel ezgiyi dinleyen sadece onlar değildi. Tılsımlar çağından gelen dişi ejderha da kendini büyüsel şarkının notalarına teslim etmişti. Gözleri kapalı bir şekilde gökyüzünde süzülürken tek istediği kulaklarında dans eden rüzgarla tanışabilmekti. Okyanusları aştı ejderha onu bulabilmek için. Kara parçalarının üzerinden bir çırpıda geçip gitti. Ormanların üzerinden uçarken ağaçlar önünde eğildi dişi ejderhanın. Zaman akıp gittikçe daha fazla âşık oldu rüzgarın büyüsel sesine.

Bir gün akşamın kızıllığı dünyayı kaplarken tılsımlar çağının kraliçesi isteğine kavuşacaktı. Gökyüzünün kalbine doğru uçtu ejderha. Bulutların kapladığı Gökdiyar’a uçuyordu. O kadar yükseğe çıktı ki artık nefes alamıyor hatta kanatlarını bile çırpamıyordu. İşte o anda rüzgar yardımına koştu eski diyardan gelenin. Ona hayat verdi ve onu eşi olarak kabul etti. O gün bir daha ayrılmamak üzere birleştiler. İşte Karen’lerin dünya adı verilen cennetin üzerinde yürümeye başlaması da böyle oldu. O günden sonra boyunlarına demir halkalar takarak dişi ejderhaya saygılarını sunmaya başladılar. Bu adetleri bir daha hiç değişmeyecekti. "


Burma’da (Myanmar) Tayland sınırı yakınında Nai Soi diye bir kasabada yaşamaktadır Karen’ler. Dünya ise onları Karen olarak değil de “Uzun Boyunlu Kadınlar” olarak tanımaktadır.

Karenler şu anda yaşadıkları yere Burma’dan kaçarak gelmek zorunda kalmışlar. Cuntaya karşı bağımsızlık ve özgürlük için savaşmışlar ama başarılı olamamışlar. Şimdi ise ancak bir köy büyüklüğünde olan Talyand’a bağlı Burma sınırında yaşıyorlar. "Zürafa Boyunlu" kadınları Tayland’da "halkalı" anlamına gelen "Pa Dong" olarak da biliyorlar. Sınırda sadece yüz atmış uzun boyunlu kadın yaşıyor ama Burma’da altı binin üzerinde “uzun boyunlu” kadın yaşamaya devam ediyor.

Kadınlar çocukluktan itibaren halkaları takmaya başlıyorlar. Beş yaşında takılmaya başlayan, pirinçten halkalar, üç yılda bir üç adet arttırılarak takılmaya devam ediliyor. En fazla otuz iki halka takılabiliyor. Halkalar sadece boyna takılmıyor. Ayak bileklerine, diz altlarına ve kollara da takılıyor. Dişi Ejderha’ya saygıları, var olan statülerini korumaya çalışmaları ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmaları buna en büyük etken. Tabii ki güzel göründüklerini söylemeye de gerek yok. Karenler geçmişteki öğretileri unutmamak için büyük çaba sarf ediyorlar. Bunun en büyük örneği de halka takmak ve köy dışından biriyle asla evlenmemek. Noi Soi kasabasında ya da diğer adıyla “Pa Dong” da erkekler kadınlarını eş olarak seçerken onların boyunlarındaki halkalara oldukça dikkat ediyorlar. Halkalar ne kadar çoksa kadın da o kadar değerli ve ulaşılmaz oluyor.


Çocuk yaşta başlanan halka takma âdeti hayatlarının sonuna dek sürüyor. Takılan halkalar zaman geçtikçe boynu inceltmeye başlıyor ve omuzu aşağıya doğru kaydırıyor. Yani genelde söylendiği gibi boyun yıllar geçtikçe uzamıyor. Takılan pirinçten halkalar yıllar geçtikçe boynu daha zayıf ve kırılgan yapıyor. Ama söylenenlerin aksine halkalar çıkarılınca insanın boynuna herhangi bir zarar gelmiyor. Boyun zor da olsa kafayı taşımaya devam ediyor. Yaşlı bir Karen’in dediğine göre rahat bir uyku için halkaların çıkarılması kesinlikle gerekli. Boyundaki halkalar altılı üçer parçadan oluşuyor. İlk parça beş yaşında takılıyor. Çenenin altına konulan destek ise sürtünmeyi önlüyor.

Karenler geçimlerini gelen turistlerden sağlıyorlar. Dış görünüşlerinin farklı olması nedeniyle her yıl binlerce turist Noi Soi köyüne “Zürafa Boyunlu Kadınlar”ı görmeye geliyor. Karenler gün doğmaya başlarken hazırlanıyor ve gelen tur otobüslerini karşılıyorlar. Yabancılarla fotoğraf çektiriyorlar ve yaşadıkları yeri anlatıyorlar. Hepsi bilmese de birkaçı İngilizce konuşabiliyor. Turistik bir yer haline gelen köylerini anlatmanın ve yaşamlarını dış dünyaya tanıtmanın önemli olduğunu düşünüyorlar. Fotoğraf çektiriyorlar ama bundan herhangi bir talepleri olmuyor. Onun yerine kendi yaptıkları çanak çömlekleri ya da bizzat elde dokudukları eşarpları satmaya çalışıyorlar. Onlar için yaşam pek kolay değil. Dış dünyaya açılamadıkları için küçük köylerinde yaşıyorlar.

Genç Karenler dünyayı görmeye çok istekli. Bağlandıkları esir hayatından sıyrılıp özgür bir yaşam istiyorlar. Onları görmeye gelen turistlere bakıyorlar ya da Tayland’dan gelenlerle konuşuyorlar ve dünya hakkında bilgiler topluyorlar. Her ne kadar fotoğraf çekilmesine bir tepkileri olmasa da, onları değişik bir canlıymış gibi gören turistlerin bakışları ve ellerinden eksik etmedikleri makinelerini Karen’lerin gözlerinden ayırmamaları yüzünden rahatsız olmadıklarını söylemek pek de mümkün değil.Karenler uzun bir süredir yurtlarından uzakta yaşıyorlar. Objektiften onlara bakan gözlere daima gülümseseler de topraklarında olmayışlarının verdiği hüznü anlayabiliyor insan. Kim bilir belki de bir zaman onlar için de zincirlerin kırılacağı bir gün gelir ve dişi ejderha rüzgârla birlikte kol kola verip özgürlük çiçeklerini boyunlarına asar çocuklarının…

Fotoğraflar ve Yazı: Göktuğ CANBABA

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails