28 Mayıs 2011 Cumartesi

Beni kandıramazsın Chuck. Senin ne mal olduğunu biliyorum!



Palahniuk beni çok incittin ama sadece beni değil tüm Türkiye’yi incittin. Kırdın bizi tarif edilemez şekilde. Şimdi sana ne söyleyeyim Chuck? Yazdığın Ölüm Pornosu’nun konu bütünlüğü olmamasına mı değineyim yoksa kelimelerini çok müstehcen seçtiğine mi? Hey Chuck dostum, burası Türkiye. Bizim tarzımıza göre yazmalısın ahbap. Büyükler senin sesinin çok çıktığını düşünüyor. Göt dediğin için senden hoşlanmayanlar var adamım. Sikişmek dediğin için burada sana acayip kıl olan dostlar var. Ne dedin Chuck? Hepimiz sikişiyoruz bunu dile getimenin neresi mi yanlış?.. Sen kim oluyorsun da, -hem de yazmayı beceremeden- bizim çocuklarımıza muzırlık yapıyorsun dostum? Kimsin sen? İsminde bile meymenet yok Chuck. Chuck ne demek ki? Çak bi beşlik gibi bi şey mi? Çatapat gibi mi? Çakmak gibi mi? Pompacı mısın Chuck? Seni hiç gözüm tutmamıştı zaten dostum. Ama şunu da anlamış değilim Chuck. Hadi Amerikalılar gerizekalı. Hadi onlar edebiyattan hiç çakmadıklarından (ismine gönderme yaptım dostum bunu anlayabildin mi?) senin yazdıklarında konu bütünlüğü olduğunu düşünüyor ve hatta yazdıklarını edebi buluyorlar. Ama peki ya diğer ülkeleri nasıl etkiledin Chuck dostum?! Onları nasıl kandırdın edebiyat yaptığına işte buna inanamadım!! Çünkü bizim büyükler senin bi boka yaramadığını fark etmişler. Bizimler boktan iyi anlar Chuck ve senin kötü kokan bir bok olduğuna kanaat getirmişler. Kötü kokan bir manda boku Chuck! Aynı Burroughs’un ne mal olduğunu çok geçmeden anladıkları gibi. Bizmkiler çok iyi anlıyor dosrum.. Hey Chuck, incittiğin Türk aile yapısının kırılgan kalplerini onarmak için ne yapmayı düşünüyorsun? Bizim kırılan narin kalplerimiz için bir roman daha yazar mısın? Bu seferkiler küfürsüz, konu anlatımı yerinde ve anlaşılır şeyler olsun ama dostum. En azından biz anlayabilelim, olur mu Chuck?

Biliyor musun Chuck, bizimkiler bugün itibarıyla rapidshare’i de yasaklamışlar. Ne… paranoyak olma ahbap senden o kadar korkmuyoruz. Bu yasağın nedeni senin romanlarını netten indirmek isteyen kitap kurtları da değil. Bazı kasetler varmış bazıları sevişiyor ve bazıları da onları kasete kaydediyormuş….. Bilmem ki Chuck, ben de bi bağlantı kuramadım. Galiba haklısın, bazı konularda haklı da olabiliyorsun demek dostum. Küfür etmeden de haklı olunabiliyor demek ki ha ahbap. .. ne … sikerler mi, dedin. Duymamış olayım Chuck. Ve evet yine de şanslıyız dostum. Evet, senin kitabın yüzünden neyse ki ülkedeki tüm kitapları yakmadılar. Biliyorsun bu bi seçenek. Bazen internete sinirlenip hatları falan kesebiliyorlar abi. Bazen küçük ekranlarda çıplak sanal hatunlar ahlayıp ohluyor diye interneti kapatabiliyorlar. Ne… evet, size gerizekalı diyoruz ama biz de bu konuda sizinle yarışırız öyle değil mi? Sus Chuck zihnimi ele geçirmeye çalışma!!.. yapma Chuck… ele geçirdiğin o kadar ülke yetmedi mi, şimdi de bana mı sulanmaya başladın! Hayır dostum asla boyun eğmeyeceğim. Asla senin edebi bir şeyler ortaya koyduğunu kabullenmeyeceğim.. Bana bunu yaptıramazsın Chuck! Defol git şimdi ekranımdan ve beni senin tarafından incitilmiş kalbimle yalnız başıma bırak.

“Herkesin hayalgücü tükendiğinde artık hiçkimse dünya için tehdit olmayacak,” demiştin ya Chuck, bunu sen söylemiştin ya dostum, acaba haklı mıydın bu konuda?.... hayır…hayır ele geçmeyeceğim.. sen şeytansın! … sen taşlanmayı hak eden bir şeytansın Chuck… ne?....şeytanı taşla vuramaz mısın?... Hayır Chuck.. hayır her şeyi sen bilmiyorsun.. sen hiçbir şey bilmiyor, hem kötü konuşuyor hem de konuyu bütünleyemiyorsun!! Senden nefret ediyorum Chuck! Senden kötü bir şiirden nefret ettiğim kadar nefret ediyorum dostum.. Al bu taş da sana gelsin Chuck! Şeytan işte böyle vurulur dostum!.. Chuck?...nerdesin? Chuck?...

** resimde yakışıklı çıkmışsın ama biz senin ne bok olduğunu biliyoruz adamım!

öperim hepinizi...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

23:45



23:45... sinirimi bozan şeyler var..
seçim araçlarını yakıp üzerlerinden tavşan misali atlayıp bi de üzerine dilek tutmak istediğim şu günlerde, kapımın önünde halay çekip dans eden adamların "en büyük asker bizim asker," nidalarıyla iyiden iyiye irkildim, kendimden geçtim ve sarsıldım.

1)ey kendini bilmez seçim araçları, ne s*kime bangır bangır açıyosunuz şu aletlerin sesini? Ne diye aynı caddeden milyon kere geçiyorsunuz? Ne diye denyo denyo parçalar çalarak hem sesle hem de müzik zevkinizle beyinleri mıncıklıyorsunuz? Mal gibi seğirterek oy mu toplayacağınızı zannediyorsunuz? hadi geri zekalısınız, öyle zannettiniz diyelim, e bre ibişler o zaman ne diye insanların huzununu bozup alacağınız iki oyu da yakma peşindesiniz? Yani gerçekten anlamış değilim sizin dünya üzerindeki var oluş nedeninizi. Sanıyorum ki arabanın içinde otururken, çevreye, dünyaya hatta kozmik samanyoluna ne denli bir gürültü kirliliği yaydığınızın farkında değilsiniz. Zaten meymenetsiz suratlarınızı tv'de yeterince görüyor, başarısız siyaset girişimlerinizi yakinen takip ediyoruz. e daha kafamızın içine yüksek volumle girmek niye be? Bi s*ktirin gidin demek istiyorum, çok canımı sıkıyorsunuz, ingilizce karakterle anlatmak gerekirse -canimi sikiyorsunuz-beynimi sikiyorsunuz abi anlatabildim mi?!

2)Bu asker uğurlama muhabbetini birisi çözdüyse beni de aydınlatsın abi. Nasıl bir kafa olduğunu bi açıklayın gayri. Olm ben askerliğimi Van'da yaptım ama giderken hiç kafa s*kmedim. Efendi gibi bindim uçağa gittim, efendi gibi geldim. Giderken de, gelirken de hiç korna çalmadı babam, apartman önünde halay çekmedik, kapıların ününde Türk bayrağına sarılıp taklalar atmadık, milyon tane gerzo arkadaşımı da alıp insan huzurunun mna koymadım hiç. Sanıyorum ki siz, bu işleri devamlı yaptığınızdan garip gelmiyor hal ve tavırlarınız ama size şu kadarını söylemek lazım ki harbiden olmamalısınız! Hayırlı tezkereler!

3)Bugün bambaşka bir post girecektim ama biraz önce yaşananlar sinirlerimi hayli bozdu. İzlediğim film de beni yeterince üzdü. kısacası bu gecenin en güzel tarafı soğuk bira ve kitap oldu. Bira kitabın üzerine dökülmeseydi daha güzel olacaktı. soğuk biralı kitap can yaktı!

görsel

öperim hepinizi...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Aradığım hatun sen değilsin Halime Teyze!



Nereye gidiyorsun Halime Teyze? Elinde plastik poşetlerle, doğayı ve türlü canlıyı önemsemeden her sabah nereye ilerliyorsun? Plastik torbanın içinde, senin yeşile çalan dişlerinin arasında ezilmemek için haykıran organik domateslerin çığlıklarına kulak tıkayarak nereye seğirtiyorsun? Kalın çerçeveli gözlüklerin var, saçların sarı beyaz kıvamda, boyun olsa olsa 1.50. Aradığım kadın sen değilsin demeye çalışıyorum Halime Teyze. Peki her şey bu kadar netken neden her sabah gördüğüm ilk hatun sen oluyorsun?

Dünya üzerinde bazı bilinmeyenler var biliyorum. Dünya dışında da var tabii ki; her yer bilinmeyenle dolu aslında. Bi boka hakim olamadığımı fark ettiğim şu günlerde, nereye gittiğini bilmeyen bir meteor parçası gibi hissettiğim şu saatlerde, senin dünya üzerindeki varlığının nedeni, beni bilinmeyen diğer her şeyden çok daha çekiyor teyzecim.

Zihninde yaşam partikülleri olma ihtimali, yaşın dolayısıyla biraz zor geliyor bana ama sanki hala düşünebiliyorsun sen. Denizin dibinde asırlardır el değmeden saklanan bir deniz süngeri kıvamına dönüşmesi muhtemel beynin beni bile tokatlayabilir gibi hissediyorum bazı sabahlar. Her sabah bir amaca doğru ilerliyorsun sanki. Dünyanın merkezi seni çağırmış, bilinmeyen türlü varlık sanki seni kahvaltıya davet etmişçesine anlamlı anlamlı yürüyorsun Halime Teyze. Eski ruhlar yumurtanı haşlıyor, antik kahramanlar gelişinin şerefine demli çayları koyuyor, doğanın ruhu boğazını temizleyip senin için bir parça mırıldanıyor. Sen 90ı aşmış yaşına bakmadan aynı kıyafetlerle yavaş yavaş seyirtiyorsun. Miyazaki animasyonlarından fırlamış bir karakter gibisin resmen. Bazı sabahlar Miyazaki'nin çizgilerinden kaçan bir karakter olduğunu ve çizerden kaçıp kurtulmak için aradığın bir mürekkep çukuru olduğunu düşünüyorum yaşlı teyzecim. Her sabah şaşırmadan, geç kalmadan, aksamadan ve tökezlemeden penceremin önünden geçip uzaklaşıyorsun. Sen geçerken hava bazen çok kapalı oluyor, bazen her şey net ve parlak. Ama değişmeyen tek şey senin hiçbir şeyi umursamadan geçip gitmen Halime Teyze. Nasıl oluyorsa sen hiç geç kalmıyorsun. Her sabah, bazen kar tutmuş, bazen güneşten ensesi pişmiş kırık kaldırım taşlarının sırtına basarak yürüyüp ilerliyorsun. Varlığın aklımı kara deliklerin gizeminden daha çok karıştıyor Halime Teyze. Evrenin gizemi sen varken beni şaşırtmıyor. Sen olunca evren basit bir yemek tarifi gibi anlamsız geliyor nedense. Haşlanmış havuçlar, kızarmış patatesler ve kısık ateşte pembeleşen soğan gibi geliyor tüm bilinmeyenler...

Yolun sonunda bir noktaya dönüştüğün zaman ben kıllanan adam gibi elimde bi bardak çayla senin beynimde yok oluşunu izliyorum. Senin varlığını, var ettiğim dünyanın bir parçası olarak görmek bana nedense pek zor geliyor. Nereden gelip nereye gidiyorsun bilemiyorum Halime Teyze ama beni çok işkillendiriyorsun…

görsel

öperim hepinizi...

12 Mayıs 2011 Perşembe

Peşimi bırakır mısın artık?



Sen, memeleriyle beni tokatlamaktan zevk alan iri teyze! Otobüs maceralarımın vazgeçilmez kadını. Ne zaman, umarım bugün gelmezsin desem, hemen o an, bir şekilde, belki kozmik şakacı, belki de ilahi adalet vesileyisle biniveriyorsun kırmızı otobüsün içine; sol farı kırılmış, tamponu çamurdan şekil değiştirmiş o kırmızı aşk otobüsünün midesine giriveriyorsun teyze. Süzülüyorsun yavaş yavaş. Hedefine ilerleyen bir yılan gibisin orta yaşlı teyze. Nasıl bu kadar kaygan ve azimli olabiliyorsun hayret ediyorum doğrusu ama böylesin sen işte! Gerekirse tüm otobüsü yutabilecek kapasitedesin orta yaşlı teyze.

O kalabalık nedense seni engelleyemiyor ve yaklaşıyorsun yanıma sanki 55 kiloluk çıtır bir kızcağız gibi. Ama yanaştığın yetmiyor iri teyze, yanaştığın hiç yetmedi bugüne kadar orta yaşlı teyzem. Terli memeleriyle sırtıma tai masajı yapıyor ve üzerindeki yoğun soğan ve salça kokusuyla beni köyüme göndermeyi çok iyi biliyorsun orta yaşlı teyze. Sen bir zaman leydisinin iri memeleri orta yaşlı teyze. Sen zamanda seyahati bilim insanlarından önce bulmuş bir dahisin bana göre!

Hey teyze bir daha aynı otobüse binmememiz için sana para teklif etsem bana kızar mısın? Bana darılır mısın? O sıkıcı yol boyunca, bıyıkları yeni yeni terlemiş muavinin tiz sesi içimi gıcıklarken, otobüsün iri şoförü yolcuları azarlarken, senin iri bedenin tarafından taciz edilmemek için evine her Cuma iki kilo soğan ve bir kasa salça göndersem benim yakamı bırakır mısın? Çok sıkıldım senden bana kabir azabı yaşatan iri memeli orta yaşlı teyze. Gerçekten çok sıkıldım seninle aynı yola baş koymaktan. Artık peşimi bırakır mısın?

Bu yazı, her sabah mütemadiyen yanıma sokulan, bilinçli ya da bilinçsiz bana eziyet eden orta yaşlı teyzeye adanmıştır.

Öperim hepinizi ama seni öpmem orta yaşlı teyze, seni asla öpmeyeceğim!

görsel

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Derya rüya görmesin diyenler?



Asmalı’da bi kaç bira içmek için oturmuşken, Derya’nın rüyasını anlatmasıyla kendimizden geçmemiz bir oldu. Hayatımda hep ilginç adamlar tanıdım ben. Harika insanlarla dostluk ettiğim gibi, gereksiz insanların da hayatıma salça olmasından kurtulamadım ne yazık ki. Ama hayat bu demekti işte; aptal insanları sahneye almama oyunu! Ve Derya iki çizgi arasında bir yerlerde gezinen iri bi çocuktu. Derya hep saçma hikayelere konu olurdu.

“Mis gibi kokan bi ormanda yürüyorum abi. Ama nasıl anlatsam, yani bildiğin cennet gibi kokuyor mekan. Etrafta kuşlar cikcikliyor, mavi gökyüzünden kızıl yapraklar düşüyor tepeme, sanki görselliği tavan yapmış bi Güney Kore filmindeymiş gibi hissediyorum kendimi. O kadar mutluyum ki anlatamam.”

“Bi bira daha alabilir miyim,” dedi Merve Güney Kore görselliğini skine takmadan.
“Kızım bi dinle, bi hisset şu rüyayı ama ya,” diye çıkıştı Derya. Güneş henüz batmadan 3-4 bira içmişti ve sanki güneşin kızıllığını emen büyülü yanaklara sahipti. Kendi kendine cıkcıkladı ve rüyasını kaldığı yerden anlatmaya başlayacakken Merve bu sefer de sigara sarmaya başladı. Kuru kağıdı ıslak dudaklarının arasında sıkıştırdı ve Derya’ya baktı ruhsuzca. Kapkara gözleri vardı Merve’nin, içinde kaybolan maceraperestlerin çığlıklarıyla dolup taşan bir mağara gibiydi gözleri… Merve çok iyi sigara sarardı. Merve, beyine dolma saracak bi hatun değildi ve bence dünyadaki en iyi sigara sarıcısıydı! Derya, sigara içmeyi 3 gün önce sonlandırdığından, havada süzülmesi muhtemel dumanı düşünmekten kendini alıkoymaya çalışarak devam etti anlatmaya.

“Sonra abi, tüm görsel zenginliğin arasında, o cennetsi kokunun içinde, belime bağlı bi ip olduğunu fark ettim. Bi an cennetin merkezine bağlı olduğumu düşündüm. O ip kutsal bi şeylere bağlı olmalıydı. İpi gülümseyerek tuttum ve arkamı dönüm, biliyordum ki basit ip evrenin merkezine iniyordu.”
“Eee ne gördün arkanda?” dedim yapay bi meraklanmayla.
“Televizyon,” dedi Derya. “En son çıkan samsung led tv’lerden birinin altına ayaklı masa yapmışlar onu da belime bağlamışlar. İşte ben yürüdükçe o da arkamdan geliyormuş.”
“İyiden iyiye mallaştın sen Derya, bak söylemedi deme,” dedi Merve ve acımadan sigarasını yakıverdi. Dumanı içine çekti ve bıraktı, çekti ve bıraktı, çektiiiii ve bırakmadı; yuttu ve kaybolup gitti duman.
“Abi ciddi söylüyorum, led tv vardı arkamda ve Muhteşem Yüzyıl oynuyordu ekranda.”
Patlattım kahkahayı. Cennetin en ücra yerinde, havada uhrevi kızıl yapraklar dolanırken beline bağladığı televizyonda muhteşem yüzyılı izleyen Derya’yı düşündüm. Gerçekten komikti.
“Kanalı değiştirseydin bari,” dedi Merve. Derya, kimseyi sallamayan Merve’nin onun rüyasına ilgi gösterdiğini fark edince hemen bi bira daha istedi, keyiflenmişti. “Değiştiremiyorum kızım işte sorun da bu. Ne çıkarsa onu izlemek zorundaymışım ve ters ters yürüyüp bi yandan diziyi izlerken bi yandan da onu zihnimden atmak zorundaymışım.”
“O ne demek be abi?” dedim saçmalamayı ilerleten Derya’ya.
“Abi işte orası büyülü bi mekan ya, ben de zihnime hakim olup belime bağlı televizyondan kurtulmaya çalışıyorum. Anladın mı?” Doğrusunu söylemek gerekirse pek anlamamıştım, anlamak da istememiştim belki. Merve’ye baktığımda, meraklı gözlerle Derya’yı süzdüğünü fark ettim. Demek ki rüya gerçekten ilginçti ve mal olan bendim. Dinlemeye devam ettim ben de.
“Ters ters yürümeye başladım. Bi yandan Hürrem’in “ööğğlümü verin bana, çocuğumu caldiniz,” nidalarını aklımdan kovmaya çalışırken bir yandan da düşmemeye çalışıyordum. Rüyaya adım attığım cennet kokulu mekan etkisini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı. Zihnime hakim olamıyordum. Sonra bi an ağaçların kokusunu çektim içime ve her şey karardı. Ekrandaki Hürrem yok oldu. Başardım zannederek mal mal sırıttım gökyüzüne.”
“Eee başaramadığını nasıl anladın?” diye sordu Merve.
“Ekranda gayet ağır bi porno başlayınca fark ettim,” dedi Derya sırıtarak. Merve, kaşlarını havaya kaldırdı ve biraz duraksadıktan sonra birasından sert bi yudum aldı.
“Abi dayanamadım inanamasın, sanki bi şeyler beynimi ele geçirdi ve olan oldu işte.”
“Yuh be abi!” dedim. “Cennetin ortasında tohumlarını mı saçtın yani, hem de beline bağlı bi televizyonda porno izleyerek. Bu mudur?” O sırada Merve Derya’nın ensesine bi tane patlattı. “İğrençsin abi farkındasın değil mi?”
“Kızım ben de farkındayım ama bak bununla da bitmedi. Ekrandaki kadını yalayıp yutan şerefsiz işi bırakıp bana döndü ve ilk sınavdan kaldın, dedi. İkinci sınavın için hazır mısın diye sordu. Tamam falan dedim kekeleyerek. İkinci sınavım neymiş biliyor musun abi?”
Ne Merve’den ne de benden ses çıktı. İkimiz de bu saçma rüyanın içinde bi yerlerde kaybolmuştuk sanki.
“Adam beni ekranın içine çekti ve biraz önce takıldığı hatunu, içinde bulunduğu kötü hayatından kurtarmam gerektiğini söyledi. 2. görevim son derece yetenekli bir porno oyuncusunu Hatay’daki ailesine teslim etmekmiş, ailesi onu yıllardır bekliyormuş.”
Derin bi sessizlik oldu. Biramdan sert bi yudum alıp Merve’ye baktım sonra bi anda yarıldık biz. Ama nasıl gülüyoruz. Biralar falan döküldü yerlere. Hatay ne be abi? Porno yıldızını ekrandan içeri girmek suretiyle Hatay’daki ailesine teslim etmek nasıl bir görev!? Bu nasıl bir rüya? Derya daha anlattı, daha çok saçmalamış rüyası, paralel evrenlere falan kaymıştı ki zorla susturduk adamı.
Derya sana sesleniyorum, dur ya düşündüm de seslenmiyorum ulan, zaten yeterince vaktimi çaldın!

görsel
Öperim hepinizi…

3 Mayıs 2011 Salı

dünyanın içinde ama insanların pek bi uzağında ..

Resim de koyayım dedim ama haber sinirlerimi bozdu sonra sokarım dedim resmine! Habere gel!

Güzide memleketimde çalımlar, şutlar, goller üst üste! Devlet attı 2-0 oldu!

Henüz yasaklı kelimeler sarsıntısını üzerimizden atamadan şimdi bir de internetin ölüm haberi geldi. Aniden ve acı geldi ama!

Ağustos ayında yürürlüğe geçecek olan yasayla artık devlet nereye isterse sadece oraya girebileceksiniz. Evet, yanlış duymadınız; gireceğiniz deliği de devlet büyükleri seçiyor. Siz sadece girme işlemini yapıyorsunuz. O da pek zor olmasa gerek,e bu ne rahatlık, sevinmelisiniz!

Çin, Tayland, İran gibi aşırı baskıcı ülkelerde kullanılan sistem artık Türkiye’de.  böyle yazınca sanki süper bi sistem gelmiş gibi durdu değil mi? Son yenilikler artık Türkiye’de!! Yeterince bekledik ama sonunda ona ulaşabileceğiz… Yoo hayır, hiç de öyle değil maalesef. Devlet baba elinde kırbacıyla interneti de yola getirmeyi bildi sonunda. Uslu uslu gireceksiniz artık internete çocuklar. Babanızın sözünden dışarı çıkmayacak, ananızın tarhana çorbasını içerken usul usul gezineceksiniz ağlarda. Tabii ki belirlenen ağlarda.

Bu filtreleme sistemi zaten kullanıyordu ama “istendiği takdirde” şimdi ise büyüklerimiz bunu ite kaka zorunlu hale getirmişler. Yani onların dediği doğrudur olayı bu! Bakınız günden güne nasıl da demokratikleşiyoruz. Hatta öyle bi demokratikleştik ki, artık interneti bile devletin uyguladığı süzgeçten geçerek kullanabileceğiz. O, gir derse girecek yok girme bu sayfa aşırı “sanat” içeriyor derse uzak duracağız! Böyle demokrasiye can kurban! Haa demokrasi demişken, bu filtre sistemi youtube vs gibi sayfaları de hiç sevmiyor yani youtube’u artık unutabilirsiniz. Dns falan yalan oldu. Gerçi başbakn da söylüyordu ben değiştirip giriyorum diye. Bu filtre sistemini de çökertebilirse belki bize de öğretir biz de gireriz bi şekilde.

Bu tarz hareketler kısaca şöyle açıklanabilir efenim. İçki kötüdür ve içki içen kaza yapar, o zaman içki yasaklansın! Sigara öldürür, sigara yasaklansın! Yüksek ses sağır edebilir, barlar yasaklansın! Aşk kalp çarpıntısı yaratabilir, aşk yasaklanın. Sex istenmeyen çocuklara sebebiyet verebilir sex yasaklansın! Düşünmek bazen sakıncalı olabilir, düşünmek yasaklansın! Yaşamak sıkıcı olabilir, yaşamak yasaklansın!

Yani demem o ki, bi kaç sene sonra hepimiz yeşerip filiz vermeye başlayacağız zira ottan pek bi farkımız olmayacak gibi. Dünyanın içinde ama insanların pek bi uzağında olacağız! Yeni olan her şeyin uzağındaki saksımızda ne güzel muhabbetler çeviririz, diyen varsa uzasın hemen, sevmem sizi..

Öperim hepinizi…

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails