28 Aralık 2012 Cuma

Ayyaş Buda -Dünyanın Öyküsü Dergisi'nin Ağustos-Eylül sayısında çıkan öykümdür



Ayyaş Buda

Hastaydım, aslında hastaydım demek biraz hafif kalır, ölümün omuzlarıma çöktüğü lanet bir komadaydım ve neler olup bittiğine dair en ufak bir fikrim bile yoktu!

Bir haftadır yaşlı şifacı kadının beni iyileştirmek için söylediği korkunç ilahiyi dinlemekle cezalandırılmıştım sanki. Yanakları neredeyse omuzlarına kadar sarkan, bıyıkları bir erkeğinkinden daha gür, mavi gözlerinde anlam veremediğim bir gizem taşıyan yaşlı şifacı kadın, yanına yaklaşılmayacak kadar kötü kokuyordu ve dişsiz ağzının içi Nepal’in batı tarafına oyulmuş Chitwan mağaraları kadar derin ve karanlıktı. Çoğu gece ilahiler dökülen ağzının içinde kaybolan küçük insanların olduğunu düşünmeden edemiyordum. Kulak verenler sessiz gecelerde kadının üzerinden gelen silik haykırışları duyabilirdi. Küçük dağcılar karanlık ve öldüresiye kötü kokan mağaranın içinde bir yerlerde gün ışığını yakalamak için hayatlarıyla oynuyorlardı ve belki de bunu benden başka bilen kimse yoktu!

Baş belası Fred eğlence düşkünü, sorumsuz, fazla içen ve her yerde bela çıkaran biriydi; onunla seyahate çıkmak patlamaya hazır bir el bombasını donunuzun içine sokup kalabalık bir kulüpte dans etmeye benzerdi! Fakat orada, Burma sınırlarındaki bir köyde sıkışmamızın sebebi bu sefer Fred değildi; kesinlikle bendim!

Köye gelişimizin ertesi günü kutsal sayılan bataklığının içinde köylülere çaktırmadan pervasızca gezinirken bir anda Fred’in kollarına düşüvermiştim. Bunu nasıl anlatabilirim bilemiyorum ama bedenimden hızla çıkıp gökyüzünde salınmaya başlamıştım aniden. Bir tüy kadar hafiflemiş beynimin içinde olanlara mantıklı açıklamalar getirmeye çalışıyordum. Rüzgârın her esişinde ya da rengarenk kuşların içimden her geçişlerinde yok olmamak ya da oraya buraya savrulmamak için yoğun çaba harcıyordum ve kendimi kontrol altında tutmayı tam iki günde öğrenebilmiştim. 

Köye ilk gelişimizi hatırlıyorum da, öyle bir ilgiyle karşılaşmıştık ki M.J ölmeseydi ve hayranlarına sürpriz yapıp Times meydanına çıkarak bağıra bağıra şarkı söylemeye başlasaydı bile bize karşı gösterilen ilginin yanına yaklaşamazdı buna emin olun! 

Gece olduğunda hasır bir sedyeyle köyün ortasına getiriliyor, neredeyse ateşin içine düşecekmiş gibi ona yakın yatırılıyordum ve daha sonra ayine başlanıyordu. Hatta birkaç gün önce ateşe o kadar yakın yatırılmıştım ki eğer bir gün uyanabilirsem yanan saçlarım için epey olay çıkaracağıma kuşkum yoktu. Olay çıkarmak aslında Fred’in tarzıydı ama bu durumda ben de biraz Fredleşebilirdim!

Deliler gibi dans eden şifacının koca memeleri bir o yana bir bu yana savrulurken küçük dağcılar çığlıklar atıyor, köy halkı birbirleriyle gayet uyumlu sağa sola sallanıyor ve piç kurusu Fred hiçbir şey yapmadan sürekli getirilen birayı içiyordu.  Benimse oradan oraya sürüklenmek ve Nepali adamların arasında uçuşmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Her gece yeni bir umutla iyileşeceğim anı bekliyor ama sürekli avucumu yalıyordum!

Köy insanlarının getirdiği sert Nepal birası, karanlık gecenin içinde savrulan ilahiler eşliğinde Fred’in boğazından iniyor ve ruhunun derinliklerine ulaşıyordu, bunu görebiliyordum. Sorumsuz, sadece kendini düşünen Fred’in bedenimi orada bırakıp ayrılmamasının tek sebebinin bedava Nepal birası olduğunu düşünmek beni çok ama çok korkutuyordu. Fred Nepal birasının olduğu kâseyi alıyor ve içine kimseye çaktırmadan kuork otu atıyor, böylece hem daha çok kafa oluyor hem de kötü ev birasının tadını kendince güzelleştiriyordu. Bunu köy halkına göstermeden yapıyordu çünkü getirilen içkiyi beğenmeyip onu değiştirmeye çalışmak büyük kabalık sayılıyordu.

Uyanmadığım 8. gün aynı şeyler tekrarlanırken köy insanlarının her geçen gün Fred’e biraz daha farklı baktıklarını fark ettim. Sanki ondan çekiniyor, birayı ona uzatırken korkuyorlardı. Yaşlı şifacı bile Fred’e korkarak bakar olmuştu ama nedense bunu Fred bir türlü fark edemiyordu.  

Yaşlı şifacı çıplak bedenime çamur sürüyor, orama burama boncuklar takıyor ve deli gibi ilahiler haykırıyor ama Fred kendi kendine Sweet Home Alabama şarkısını mırıldanmaktan başka bir şey yapmıyordu. İğrenç Fransız aksanıyla mırıldanıyor ve duyabilen her kulağa acı veriyordu. Bedenime tekrar kavuşabilirsem Fred’i saatlerce yumruklayacağıma emindim, onu dövecek ve bataklığın içine gömecektim!

Gece çöktüğünde Fred kafayı çoktan bulmuş, yanında oturan insanlar ondan uzaklaşmış ve şifacı kadının korku dolu bakışları Fred’in üzerinde dolanmaya başlamıştı.          Havada süzülürken bir şeylerin ters gittiğini fark ediyordum. Sonumuzun, ismini daha önce hiç duymadığımız bu kasabada geleceğine emindim artık.

Yaşlı şifacı kadın uzun süren sessizliğini bozup sonunda konuştu.
“Kimsin sen yabancı?”
Fred elinde tuttuğu kâseye baktı. Bira dolu kâsede kendi suratına gülümseyerek baktığını görebiliyordum. Her şeye rağmen nasıl da içten gülümsüyordu piç kurusu!
“Ben Ayyaş Buda’yım,” dedi birden ve gülmeye başladı. Havada rahatsızca süzülürken köy insanlarının ve yaşlı kaçık büyücü kadının bir anda Fred’in üzerine atlayacağını ve onu parçalara ayıracağını düşünürken bir anda hepsi yerlerinden kalktılar ve korka korka geri çekilmeye, Fred’den uzaklaşmaya başladılar. Fred’in kafayı o kadar iyiydi ki, olanların farkına bile varmamıştı ve gülmeye devam ediyordu.
“Sen… sen… gerçekten…” dedi kadın kekeleyerek. 
“Buda bizi cezalandıracak,” diye haykırdı kalabalıktan biri. “Yeniden dünyaya gelmiş,” dedi bir diğeri. Çamurla ve renkli boncuklarla kaplı olan bedenim korkak köylülerin ve aptal Fred’in arasında anlamsızca uzanıyordu o sıra!
“Fred birayla dolu kâseyi bir dikişte bitirdi ve yenisini almak istemiş gibi onu havaya kaldırdı. Ayyaş bir Buda’dan çok kendinden geçmiş zavallı bir kral gibiydi ve kölelerinin ona taze bira getirmesini bekliyordu. Köylülerden biri korkarak yanına geldi ve kâseyi alıp kayıplara karıştı. Yaşlı şifacı yavaşça Fred’in yanına yaklaştı.
“Sen gerçekten yüce Buda mısın?” diye sordu sesi heyecandan ve korkudan titreyerek. Fred, kadının mavi okyanusları andıran gözlerinde kayboldu bir süre. Sarhoş olmuştu ve uyumak üzereydi.
“Bunu daha yeni mi anladın?” diye sordu kadına. Kadın korkudan titredi, elindeki tüylü sopayı bırakıverdi ve Fred’in ayaklarına kapandı. Ona hayatlarını bağışlaması için yalvarıyor, yaptıklarının bir daha tekrarlanmayacağını haykırıyordu. Fred gerçekleşen saçma olaylar yüzünden biraz olsun ayılabildi ve bu kesinlikle hoşuna gitmemişti.
“Sen neden bahsediyorsun be kadın?” diye bağırdı ayaklarını okşayan kadına. O sırada birası geldi ve siniri hatırı sayılır derecede azaldı. Dolu kâseyi ağzına dayadı ve kana kana içmeye başladı.
“Bir daha insan yemek yok,” dedi kadın. Fred bunu duyar duymaz ağzındaki birayı dışarı püskürttü ve korkuyla ağaya kalktı. Ben ise sanki bir elma kadar ağırdım artık. Yavaş yavaş alçaldım ve yere konuverdim. Deli köylülerin arasında özel bir günde yenmek için ayrılmış, uzuvlarıma takılmış rengarenk boncuklarla dolu bedenime bakıyordum. Şekerle kaplı bir yılbaşı ağacı gibiydim, noel babanın midesine oturacak az pişmiş bir hindiydim!
“İnsan yemek mi?” diye sordu Fred kendi kendine ayakta durmakta zorlanırken. “Elinizde varsa ben de tadına bakabilir miyim?” diye sordu sonra aptalca. Fred hep yeniliklere açık biri olmuştu ama durum söz konusu olduğunda mantıklı kararlar alabilen biri olduğunu söylemek pek de mümkün değildi.

Bu soru beni çileden çıkardığı kadar köylüleri ve şifacı kadını da şaşırtmıştı. Ben o sıra zikzaklar çizen Fred’e yumruk atıyor, ağzıma gelen küfürleri haykırıyordum. Ama ne ona zarar verebiliyordum ne de sesim herhangi biri tarafından duyuluyordu. Dünyadaki en çaresiz ve şanssız insan olduğumu düşündüm ve o an ağırlığım iri bir karpuz kadar olmuştu!

“Efendi Buda bizimle alay ediyor,” dedi şifacı ağlayarak. Neyse ki birilerinin aklı yerindeydi yoksa boncuklar ve çamurla servise gönderilecektim. Ağızlara layık bir Nepal yemeği; hafif ateşte közlenmiş gerzek turist!
Fred tam kadına karşı çıkacak ve insan etinin tadını gerçekten merak ettiğini söyleyecekken kadın tekrar konuşmaya başladı ve o konuşurken köylüler Fred’in önünde yerlere kadar eğilmişlerdi. Bu sahne kesinlikle hayatımda gördüğüm en saçma anlardan biriydi. İşe yaramaz, alkolik ve kendini bilmez Fred bir anda tanrı oluvermişti!

“Sizi her gün zehirlemeye çalıştık ama bir gün bile etkilenmediniz efendi Buda. Bu zehir çok güçlüdür. Dostunuz ilk gün içtiği bira sayesinde derin bir uykuya daldı. Biz de onu… o… uykudayken… taze taze yiyebilecektik.” 

Ağırlığım metrelerce uzanan bir tır, bulutlara uzanan bir gökdelen gibiydi!
“Siz etkilenmediniz. Bunu ancak yüce bir ruh yapabilir ve siz bize Ayyaş Buda olduğunuzu söylediniz. Siz efendi Buda, bizi affedebilecek misiniz? Yaptıklarımız için bizi cezalandırın ama yeter ki bizi affedin efendim.”
Buda rolüne kendini kaptırmış Fred olanlara anlam vermeye çalışmadan karakterine bürünmeyi seçti. Yerde ona secdeye varan kalabalığın arasında bir süre sessizce dolandı ve sonra yaşlı, pis kokan şifacının başına elini koydu.

“Öncelikle bana biraz daha bira getirin, ben de cezanızı düşünmeye başlayım evlatlarım, benim zavallı insancıklarım.” Fred’in üzerine atlıyor ama onu tutamıyordum. Suratına, taşaklarına yumruklarımı sallıyor ama havanın içinde yok oluyordum.  

“Unutmadan, dostumu iyileştirmeyecek misin?” diye sordu sonunda.
Yaşlı kaçık şifacı hemen ayağa fırladı ve Fred’in kirli ayaklarını öpmeye başladı. O sırada bira geldi ve Fred her zamanki gibi kalabalığa arkasını dönüp kuork otunu biranın içine boşalttı. İşte tam o anda beynimden vurulmuşa döndüm. Hafızam beynime tokatlar atıyordu. Kuork otu güçlü bir zehir çözücüydü ve aynı zamanda iyi bir tatlandırıcıydı. Bu otu veren dostumuz Pachupati otun yararları hakkında adeta bir konferans vermişti bize birkaç hafta önce. 

Neyse ki Fred’in otu kullandığını kimse görmedi ve Fransız piç kurusu sağa sola sallanırken birasını içmeye devam etti. Yaşlı kadın pis elini ağzıma soktu ve dilimi dışarıya çıkarttı. Her ne kadar bedenimde olmasam da kusma hissi vücuduma doldu ve ağırlığımı iki katına çıkarttı. Dilime bir şeyler sürmeye başladı. Her şey kararmadan önce Fred’in bir köylüye ayaklarını yıkaması için bağırdığını duymuştum.

Kendime geldim ve zor da olsa ayağa kalktım, artık ağırlığım koca bir dünya kadardı. Önümde eğilen insanların arasından yalpalayarak Fred’e yaklaştım. Rengarenk vücudum adeta ışık saçıyordu. Beyaz kıçıma çizilen resimler insanların sanattan soğumasına yol açabilirdi. Fred kollarını açıp beni kucaklamak için yaklaşırken kalan son gücümle ona öyle bir yumruk attım ki ikimiz de farklı yönlere savruluverdik.
Fred ayyaş Buda’ysa eğer, ben de onu yumruklayan adamdım! Ben, Buda’nın dişlerini döken ışıltılı servis tabağıydım!


Göktuğ Canbaba
Dünyanın Öyküsü Ağustos-Eylül sayısı 2012

1 Kasım 2012 Perşembe

Dünyaya tahammül etmek icin şarap denizlerinde düzenlenen yarışlarda sırtüstü stílinde rekor kırmak gerekiyor bazen. Rekor gelmeyince insan boğulacak gibi oluyor..

21 Ekim 2012 Pazar

Hayat belki de sürekli sarhoş gezdiğiniz bakımsız bir tabiat parkıydı


“Hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor,” derken haklıydı, ona inanmalıydım. İnsanlar aşık oluyor ve öldürüyordu. Sonra kusuyor ve uyumaya devam ediyorlardı. Hayat buydu ne de olsa;  devam eden bir yok olma sanatı, devamlı sarhoş gezdiğiniz bakımsız bir tabiat parkıydı. Hayat, sürekli midenizin içine ağladığınız tek kişilik ve çok fazla izleyeni olmayan ucuz bir gösteriden farksızdı. 

Göktuğ Canbaba  ekim  2012

27 Eylül 2012 Perşembe

Sarıl hiç düşünme







Ağaçların yüz binlerce yıldır aynı tonda şarkı söylediğini düşünerek dünyadaki en güvenilir canlılar olduğunu söylemekte sakınca görmüyorm.. Şu an evet tam şu an en yakınınızdaki ağaca yaklaşın ve ona sıkıca sarılın. Kendinizi 3dakika öncesine göre çok daha iyi hissedeceksiniz … Hissetmezseniz sorunun sizde olduğuna şüphe yok..

öperiz...

GC

10 Eylül 2012 Pazartesi

Tumblr'a da bekleriz




                                                       http://aydedeyehavlayan.tumblr.com/

31 Temmuz 2012 Salı

Dünyanın Öyküsü ağustos-eylül 2012 sayısındayım

"Ayyaş Buda" isimli öyküm, harika bir fantastik edebiyat dosyasının da yer aldığı Dünyanın Öyküsü ağustos-eylül 2012 sayısında. 
 
"Edebiyatın hayal gücü ve fantastik edebiyat
Geçtiğimiz günlerde bir grup yazar bir araya gelerek Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği-FABİSAD’ı kurdular. Dünyanın Öyküsü dergisi bu yeni oluşumun da etkisiyle yeni sayısında Türk fantastik edebiyatını ve öykücülüğünü masaya yatırmaya karar verdi. Yasemin Yazıcı’nın hazırladığı dosyada fantastik edebiyatın önde gelen isimlerinden Kadim Gültekin ve Yiğit Değer Bengi yazılarıyla, Barış Müstecaplıoğlu, Hamit Çağlar Özdağ ve Göktuğ Canbaba öyküleriyle yer aldılar. Dosyada ayrıca Doğu Yücel, Aşkın Güngör ve Hamit Çağlar Özdağ ile fantastik edebiyat üzerine yapılmış kapsamlı bir söyleşi de bulunuyor."






Herkes kendi masalını yaşar: Murathan Mungan öykücülüğü
Yazar Necip Tosun, Dünyanın Öyküsü’nün bu sayısında masalsı ve şiirsel diliyle edebiyatımızın özgün ve üretken yazarlarından Murathan Mungan’ın öykücülüğünün izini sürdü. 1985’te yayımlanan ilk öykü kitabı Son İstanbul’dan minimal öykülerden oluşan 2011 tarihli Kibrit Çöpleri’ne kadar Mungan’ın öykücülüğü her yönüyle Necip Tosun’un bu özenli incelemesinde.

Türkçe öykünün 80 Kuşağı mercek altında
Ayşegül Tözeren, 80'lere mercek tuttuğu yazısında, dönemin özel bir alanına yöneliyor; 80 öykücülüğüne. Toplumsal olanla öykülerin sıkı sıkıya örüldüğünün altını çizen Tözeren, bu örgüyü çözmeye çalışmıyor, 80 öykücülüğüne dair ‘özel deseni’ okuyor, ona farklı bir kuşaktan yaklaşmaya çalışıyor. Kendi kuşağının içinden 80'lere baktığı yazısında, dönemin siyasal arka planını da ihmal etmiyor.

Mustafa Balel ile edebiyattan hayata
Dünyanın Öyküsü’nün bu sayısında Nemika Tuğcu, 70 kuşağının özgün yazarlarından Mustafa Balel’le bir söyleşi yaptı. Söyleşinin yanı sıra M. Sadık Aslankara ve Feridun Andaç da Mustafa Balel’in öykücülüğünü mercek altına aldılar.

“Medyada göz önünde olmanın en kolay ve en etkin yolu kuşkusuz ki kitabınızın güçlü bir yayınevinde çıkması”

Hikaye, roman, gezi yazıları, çocuk kitapları, dergiciliği ve çevirileriyle edebiyatımızın bu üretken ismi 40 yıllık edebiyat geçmişine rağmen medyada adının pek yer almamasını şöyle açıklıyor:

“Yazdıklarının daha geniş kitlelere yayılmasını hangi yazar istemez? Ürettiklerinin her geçen gün biraz daha geniş kitle tarafından izlenmesini düşlemeyen sanatçı düşünemiyorum. Bazen ‘Ben yazıyorum, okuyan okur’ diye umursamazmış gibi bir havaya girenler çıkıyorsa da, hepsi laf! Umursamayan adam yayımlamaz. Çekmecesine saklar, hatta hiç yazmaz. Yazıyor ve yayımlıyorsa ‘Ben yazıyorum, okuyan okur, umurumda bile değil’ deme hakkı yoktur.
Yazdıklarımın geniş kitlelere ulaşması tabii ki benim de istediğim şey. Ancak medya, yani gazete, dergi, televizyon olmadan olmuyor. Onlara ulaşmak da kolay değil. Masallardaki Kaf Dağı’na benziyor. Yani olanaksız adeta… Bitmez tükenmez yolları kat etseniz de, bir bakıyorsunuz bir arpa boyu yol almışsınız. Sahi ‘masal dünyasının arpaları yüzlerce kilometre uzunluğunda mıydı acaba?’
Kendinden, yapıtından söz ettirmek için ya önemli bir kariyerin olacak ya da kitapların güçlü bir yayınevinde çıkacak. Bunlar oldu mu tüm kapılar açılıyor. Yoksa ‘ağzıyla kuş tutsa’ diye bir söz vardır ya… Ağzınla değil, istersen kirpiğinle tut o kuşu, Çin seddi dikiliyor karşına; taştan kayadan da değil, çelikten bir set.
‘Önemli bir kariyerin olacak’ dedim de aklıma geldi. 80’li yılların sonlarına doğru, hayatta olmadığı için adını veremeyeceğim bir arkadaşın kitabıyla ilgili yaşanan ilginç bir gelişmeyi unutamıyorum. Şubatta çıkacağı planlanmış olmalı ki Mart ayı dergilerinde tanıtım yazıları, yazarla yapılan çarşaf çarşaf söyleşiler yayımlandı ve kitap anında onlarca dergide liste başı gösterildi. Tersliğe bakar mısınız, o günlerde de ülkede kağıt sıkıntısı vardı. Seka yeterli kağıt üretmediği için (belki de grev nedeniyle) yayımcılar ithal kağıt kullanıyordu. Bir talihsizlik de navlun sorunu nedeniyle İsveç ile Türkiye arasında gemiler çalışmaz olmuştu. Böylece kağıt ancak iki ay sonra ulaşabildi Türkiye’ye. Yazarın altı, hatta on altı baskı yaptığı söylenen kitabı iki ay sonra çıktı. O arkadaş geniş kitlelere ulaşan bir derginin başında olmasa olabilir miydi bunlar? Hele de bu, dergi dergiler zincirine sahip bir kuruluşun çıkardığı dergiyse.
Medyada göz önünde olmanın en kolay ve en etkin yolu kuşkusuz ki kitabınızın güçlü bir yayınevinde çıkması… Benim öyle bir şansım olmadı. Dediğim türden bir yayınevinde çıkan tek kitabım, ikinci romanım ‘Asmalı Pencere’ idi. O da talihsiz bir döneme rastladı. Romanım orada çıkmıştı ama Adam Yayınları’nın o günlerde beni görecek gözü yoktu. Tüm enerjileri benden beş-altı ay önce ilk kitabını yayımladıkları genç bir hanımın romanına odaklanmıştı. ‘Asmalı Pencere’ kaynayıp gitti.
Kısacası yazarları tanıtan, verdikleri ilanlar, yazdırdıkları yazılarla onları medyaya taşıyan yayınevleri elbette. Kitabınız ne kadar büyük bir yayınevinde çıkarsa, kendisinden o kadar çok söz ettirecek demektir. Ödül mekanizmasında da etkin bir güç onlar. Zor bir yanı yok bunun, on ya da yirmi yılın ödüllerini alan kitapların bir listesini çıkaracak olursanız, ak mı kara mı ortaya çıkar.
Kısıtlı da olsa medyada yer almanın bir başka yolu da bireysel ilişkiler ki ayrıntısına girmeye hiç gerek yok bunun.”

not: yazı medyatavadan alınmıştır. 
 

8 Temmuz 2012 Pazar

Aptallar her zaman kazanır

Savaşı aptallar çıkarır, acımasızlar aptallar için savaşır. Barış isteyenler, acımasızlar tarafından öldürülür ve savaşı her zaman aptallar kazanır..
 öperim hepinizi...
Göktuğ Canbaba- '12 Temmuz- Yazmanın iyi hissettirdiği huzurlu bir pazar günü - 
 

26 Haziran 2012 Salı

KONTAKT2 KAÇMAZ BENDEN SÖYLEMESİ





Son yıllarda hızla gelişen Türk fantastik kurgu edebiyatının rol yapma oyunları ve diğer oyunlara nasıl ilham verebileceği, yerel edebiyattan ilham alan oyunların oyun dünyasına katacağı zenginlik, oyun tasarlayan kişilerle yazarların birlikte çalışabilmesi için gereken koşullar, izlenmesi gereken süreç ve oluşacak sinerjinin hem yerli romanların hem de yerli oyunların tanıtımına sağlayacağı katkı konuşulacaktır. Dinleyicilerin de aktif olarak katılacağı bir beyin fırtınası şeklinde düzenlenecektir.


30 Haziran Cumartesi
Saat : 18.00 – 19.00
FABİSAD Katılımcıları :
Barış Müstecaplıoğlu (Bulgaristan, Sırbistan, Çin ve Almanya’ya da ulaşmış Perg Efsaneleri serisinin ve Şamanlar Diyarı’nın yazarı – www.barismustecaplioglu.com)
Yiğit Değer Bengi (Çift Başlı Kartal’ın yazarı ve Erlikhan, Almeha gibi bilgisayar oyunlarının senaristi)
Özgür Özol (Ilgana kitabının ve bu kitaptan yola çıkılarak hazırlanmış SAGU oyun sisteminin yaratıcısı -www.ilgana.com)
M.Emre Soyak (Kara Zar ve Âhir Zaman oyun sistemlerinin yaratıcısı , illustrator  – www.gecedivani.com)

FABİSAD Yazarları, hayal gücü dostlarıyla buluşuyor!

FABİSAD üyesi fantastik ve bilimkurgu yazarları, etkinliğin her iki gününde hayal gücü dostlarıyla bir araya gelecek, eserlerinden 7 – 10 dakikalık kısa okumalar ve fantastik edebiyat üzerine renkli sohbetler yapacaklar. Türkçe fantastik ve bilimkurgu romanları hakkında bilgi edinmek, yazarların hayal dünyasında keyifli yolculuklara çıkmak isteyen herkesi bekliyoruz.

30 Haziran Cumartesi Okumaları – İlk Grup
Saat :
15.00 – 16.00
Doğu Yücel – Varolmayanlar
Barış Müstecaplıoğlu – Şamanlar Diyarı
Galip Dursun – Anadolu Korku Öyküleri

30 Haziran Cumartesi Okumaları – İkinci Grup
Saat :
16.30 – 17.30
Levent Şenyürek – Cennetin Kalıntıları
Sabri Gürses – Boşvermişler
Yiğit Değer Bengi – Çift Başlı Kartal

1 Temmuz Pazar Okumaları
Saat :
15.00 – 16.00
Erbuğ Kaya – Beşlerin Çağı
Hamit Çağlar Özdag – Kılıç
Göktuğ Canbaba – Tılsım-ı Kudret

İmza Günleri

30 Haziran Cumartesi
Saat:
16.00 – 18.00
Barış Müstecaplıoğlu – Şamanlar Diyarı
Erbuğ Kaya – Beşlerin Çağı
Not: İmza günü İthaki Yayınları standında gerçekleşecektir.
30 Haziran Cumartesi
Saat:
16.00 – 18.00
Doğu Yücel – Varolmayanlar
Not: İmza günü Doğan Kitap standında gerçekleşecektir.




KONTAKTA AZ KALDI, İKİ GÜNLÜK EĞLENCE BAŞLIYOR!


Türkiye Alt Kültür Topluluğu’nun bu sene ikincisini düzenleyeceği KONTAKT etkinliği, 30 Haziran – 1 Temmuz tarihinde hafta sonumuzu şenlendirmeye geliyor. Bu seneki etkinlik Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek. Öyle görünüyor ki iki günde de ilgilenebileceğiniz o kadar fazla etkinlik olacak ki boş geçecek pek vaktimiz kalmayacak.
KONTAKT ekibi bu sene alan içi etkinliklerine katılanlara çeşitli ödüller de verecek. Peki Türkiye’de geçen sene olduğu gibi bu sene de birçok ilk ve yeniliğe ev sahipliği yapacak olan KONTAKT’ta neler olacak?


Rol Yapma Oyunları (FRP)
Bilgisayarlarda rol yapma oyunlarından sıkıldınız mı? Karakterinizi özgürce mi oynamak istiyorsunuz? O zaman KONTAKT sizi rol yapma oyunlarına bekliyor.
kontakt-2-afisÖzgür Özol’un kitabı Ilgana’nın rol yapma oyunu SAGU sistem tanıtımı Türkiye’de bir ilk olarak yazar ve ekibi tarafından yapılacak. Ayrıca kitabın yazarı ve ekibinin açacağı oyun masalarında oynama şansını elde edeceksiniz.
İki günde de masaüstü oyunlarda istediğiniz oyunlarda oynama şansı elde edeceksiniz. Yapmanız gereken tek şey oyun kayıtları açıldığında kaydınızı yaptırmak. KONTAKT ekibi oyun yöneticilerini ve oyuncuları için hediyeler kazanma şansı sunacak.


Canlandırmalı Rol Yapma Oyunları (LARP)
Otur, otur nereye kadar ben oynadığım karakterin kılığına kıyafetine bürünür öyle gelirim diyorsanız, canlandırmalı rol yapma oyunlarında vakit geçirebilirsiniz. İki günde de ayrı ayrı yapılacak LARP’ta görevlerinizi ve karakterlerinizi en iyi şekilde canlandırma şansızını olacak.
Beni görevlerle uğraştırmayın, ben savaş istiyorum diyorsanız KONTAKT Arena’nın tadına varabilirsiniz.
Cosplay


Convention olur da Cosplay olmaz mı? Anime, manga, çizgi roman, fantastik ve bilim kurgu kitaplarının kahramanları 30 Haziran ve 1 Temmuz gününde etkinlik alanında katılımcıların desteğiyle kendini gösterecek.
Belkide bu senenin en önemli olaylarından biri KONTAKT’ta gerçekleşecek! 1 Temmuz günü yapılacak elemeler sonucu bir kişiyi Londrada yapılacak EuroCosplay yarışmasına gönderiyor. Ayrıca 30 Temmuz’da KONTAKT cosplay yarışmasında da birincilere ödüller olacak.


Tanıtımlar, Tanışmalar, Workshoplar
KONTAKT bu sene tanınmış kitap ve hikaye yazarları, çizgi roman ve çizgi dizi çizerleri ve birçok fantastik ve bilimkurguya gönül vermiş kişi ile tanışma fırsatını size sunuyor. Sanatçılar sokağında çizer ve yazarlardan imza alma ve tanışma fırsatları ve çizgi roman atölyesi ile belki de kendi hayallerinize bir adım daha yaklaşacaksınız.
Türkiye’de bilim kurgu ve fantastik kurguya gönül vermiş sanatçıyı bir araya getiren FABİSAD’ın düzenleyeceği seminer ve etkinlikler ile eğlence ve bilgileriniz katlanacak.


kontakt2-duyuru-teaserWarhammer
Ordular! Savaşa!
Warhammer standlarında figür boyayabilir, oyun hakkında bilgi alabilirsiniz. Imperium Warhammer Kulübü’nün katkıları ile 25 yıllık bu oyun efsanesini öğrenebilir. Figür boyama ve oyun kuralları hakkında var olan bilgi dağarcığınızı genişletebilirsiniz.
Kutu ve kart oyunları, Magic: The Gathering
Çocukluğumuzdan bu yana bağımlılık yapan kutu ve kart oyunları hakkında daha fazla öğrenmek, yeni oyunlar ile tanışmak artık elinizde. KONTAKT alanında en seçkin kart ve kutu oyunları ile oynama fırsatına ulaşabileceksiniz.



Aikido gösterisi
Japon savunma sanatı Aikido gösterisi daha önce izlemediniz mi? Sevgi Aikido Spor Klübü, Sevgi Sensei ve öğrencileri ile size görsel bir şov ile karşınızda olacak. Ayrıca Aikido hakkında daha fazla bilgi alma şansınız olacak.


Hazine Avı ve Assassin
Indiana Jones? Bu sen misin?
Hazine avı ile ipuçlarını kovalayıp hazineye ulaşmak rakipleri yenmek etkinlik alanının artık bir parçası. Takımını kur, hazineyi kovala; geleceğin Indiana’sı sen ol.
Sanaldan kurtulun ve gerçek bir Assassin olun!
Assassin yarışmacı rakiplerini bulup elemeye dayalı tam bir heyecan fırtınasıdır. Elindeki resimle rakibine ulaşırken rakiplerine görünmemek oyunun en önemli kısmı.


Alt kültür Testi
Bu kadar koşturmacaya gelemem ben, ben bilgime güvenirim diyorsanız alt kültür testlerine katılın ve ödülleri yakalayın.


Konsol oyunları turnuvası
Baş parmağım zaten nasırlı!
BenQ sponsorluğunda Rumble Network katkıları ile düzenlecek olan King of Fighters XIII ve Super Street Fighter 4 turnuvasında dövüş yeteneklerinizi sergileme şansını yakalayacaksınız. Elbette kazanana KONTAKT ekibinin ve BenQ’nun ödülü var.


Standlar
KONTAKT alanında bu etkinlikler harici birçok alt kültür standı bulunacaktır. Origami, zeka oyunları, GO oyunu, Cybergoth Türkiye gibi birçok stand katılımcılarla birlikte olacak. Bunun dışında sponsorlarımız ve destekçilerimiz olan firmalar ve kuruluşlar da standları ile günü renklendirecekler.
Etkinliğin Facebook sayfasına ulaşıp son gelişmeleri takip edebilirsiniz: https://www.facebook.com/events/409657632407173/

13 Haziran 2012 Çarşamba

KAYIP RIHTIM AYLIK ÖYKÜ ŞEÇKİSİ İÇİN YAZDIĞIM ÖYKÜ

Efenim, Kayıp Rıhtım zor bir işe imza atmış ve pek değerli yazarları bir araya toplayarak harika bir seçki hazırlamışşşşşş..

seçkide kimler yok ki.. Altay Öktem, Aşkın Güngör, Barış Müstecaplıoğlu, Erbuğ Kaya ve daha kimler kimler...

Dileyen buradan okuyabilir seçkideki öykümü Evrenin Şarkısı

Diğer öyküler için, tık tık

7 Haziran 2012 Perşembe

huzurluyduk

bi siyah beyaz tat gelsin dedim kötü mü ettim? bikaç sene önce çektiğim bi fotodur. Mekan huzurluydu, ben huzurluydum arkadaşlar huzurluydu..bol bol hayal kurabildiğimz günlerden biriydi.. güzel günlerdi.. göktuğ canbaba öperim hepinizi...

1 Mayıs 2012 Salı

FABİSAD KURULUŞ PARTİSİNE GELMEYENLER ÇOK ŞEY KAÇIRDI :)

FABİSAD (Fantazya ve bilimkurgu sanatları derneği) ımızın kuruluş partisini Kemancı'da gerçekleştirdik.. Yazarından çizerine, yönetmeninden, oyuncusuna osundan busuna kadar pek çok değerli arkadaş bizimleydi.. Büyük Usta Giovanni Scognamillo'nunda doğumgününü kutladık ve GİO Öykü ödülleri diye tasarladığımız projemizin duyurusunu gerçekleştirdik. Bol bol içtik, mangalda sucuk ekmek yedik, pasta kestik sarhoş olduk kahkahalar attık hopladık zıpladık. Yeni arkadaşlarla tanıştık, eski dostları gördük.. Gelmeyenler çok şey kaçırdı, gelenler mutlu oldu hzuur buldu :)) öperim hepinizi... FABİSAD KURULUŞ PARTİSİ İNTRO GÖKTUĞ CANBABA

19 Nisan 2012 Perşembe

"Hayal kurmak özgürleştirir," demiştik.. Özgür insanlar, sizleri kuruluş partimize bekliyoruz!!

FABİSAD'ımızın kuruluş partisi geldi çattı yakışıklı beyler ve sevimli bayanlar.. Hepiniz davetlisiniz, gelirseniz tanışırız Kemancı'da içkimizi içer hoş sohbet ederiz.. Daha iyi bir işiniz yoksa mutlaka bekleriz, e daha ne diyeyim.. PARTİ DETAYLARI İÇİN ha bi de öperim hepinizi..

2 Nisan 2012 Pazartesi

Belki haberiniz yok ama ceset giyme modası çoktan geçti..



Doğanın derisini omuzlarına asıp eşine dostuna hava atan gerzek insanlar size sesleniyorum:

Belki haberiniz yok ama ceset giyme modası çoktan geçti.. En az birkaç yüz bin yılı var yani. Her ne kadar Bülent hanımlar kürkleriyle kameraların karşısına geçip bir uruk hai edasıyla poz veriyor olsa da bence şu siktiğimin dünyasında örnek alınacak daha güzel insanlar bulabilirsiniz.. Sadece biraz araştırma biraz çaba öyle değil mi?



Siz gerzekler, hâlâ öfkeyle ve bencillikle beslenen derilerinizi daha güzel gösterecek sıcak bir kılıf bulmak peşindesiniz, peki ama niye? Alternatif bir evrende derilerinizin soyulup zeki leoparların sırtında olduğunu hayal ederek yaşamımın kolayca akıp geçeceğine inanmıyorum ne yazık ki. Keşke geçse ama geçmiyor işte.. Siz bile bile öldürüyor, umursamadan o kürkleri giymeye devam ediyorsunuz ve hayat bi şekilde geçip gidiyor. Bu sikik dünyada adalet olmadığı aşikar ama bu o küçük tilki dostlarımızın kürklerini boyunlarınıza asmanıza sebep değil, öyle değil mi pek değerli hanımefendiler? Biliyorsunuz canlıyken işkence edilerek öldürülüyor o tilkicikler..




Pangea'dan bu yana ne değişti diye sormuştum bi yazımda? Neden bu kadar ayrı düştük falan diye gevelemiştim? Sanırım evrenin bizim için yaratıldığını düşünüyoruz. Her şey bizim. Kuşlar da, balıklar ve ayılar da, hatta penguenler ve tikliler.. hepsi bizim için yaratıldı değil mi? Onları yemeye hakkımız var, derilerini giyip sırtımıza asmaya da.. korkum şu ki bir gün gelir de evrene falan açılmayı başarırsak işte o zaman uzaylı derisinden çanta modası başlayabilir ve hepimizin tadı fena halde kaçabilir.. O yüzden bence oturduğumuz yerden hiç kalkmayalım ve bırakalım pisliğimiz sadece bizi etkilesin..

Düşünüyorum da bir insan sokaktaki hayvanları besleyebilmek için kıçını yırtırken bir diğeri onların derilerini sırtına asmayı nasıl düşünebiliyor? Sizce de bu insancıkların elinden her türlü vahşet gelmez mi? Yani bir gün çoluğunu çocuğunu kemirip geğirmeleri an meselesi bence..



belki de dünyanın hakimi zannettiğiniz anlaşılmaz egonuzu kemikler ve dikilmiş kürkler ardına saklamak niyetindesiniz bilemiyorum ama bildiğim tek şey insanlığınızı bir şekilde kaybetmiş olduğunuz. Farkındalığınız da hiç olmamış zaten. Dedim ya anlayamıyorum sizi, anlayan biri varsa lütfen çıkıp anlatsın bi zahmet. sahne sizin..

öperim hepinizi...

göktuğ canbaba

24 Mart 2012 Cumartesi

iyi uykular Derin..




Uykusuz lakaplı Derin, rakı ve balıkla dolu havuzlarda gerçekleşen dünya yarı açık yüzme olimpiyatlarında kurbağalama stilinde birçok rekora sahip dedesi Hilmi Beylerin öldüğü günün gecesinde, yan odada okunan ilahileri anasonlu buzdağlarıyla çarpıştırıp fondipledikten sonra belki de hayatında ilk defa deliksiz bir uyku çekmeyi başarmış, bizlere de "iyi uykular Derin," demek düşmüştü...

öperim hepinizi...

göktuğ canbaba '12

1 Mart 2012 Perşembe

dijitalgünlük'ten nefis bir doğumgünü hediyesi!



Zeynep e çok teşekkürler nefis bir doğumgünü hediyesi oldu..

öperim hepinizi...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği'ni Kurduk, Sitemizi açtık...



FABİSAD, Türkiye’nin Fantastik, Bilimkurgu ve Korku üreticilerinin bir araya geldiği, türün ülkemizdeki gelişimini, sanatçıların korunmasını ve bilinirliklerinin yükselmesini, okur ve takipçi kitlesinin artırılmasını, daha nitelikli eserlerin ortaya çıkmasını ve hayal gücünün öneminin anlatılmasını amaçlayan bir dernektir. FABİSAD olarak Fantastiği düşlenemeyecek hiçbir şey bırakmayan, Bilimkurgu’yu akla ve bilimsel düşünceye ilgiyi artıran, Korku’yu da insanoğlunun kendini ve korkularını anlamasını sağlayan türler olarak görüyor, insanlığa ve gençliğe çok şey kattıklarını düşünüyoruz.

Derneğimiz amaçları doğrultusunda bu türlerdeki tüm üreticileri ve takipçileri birleştirmek için çalışacaktır. Verilen yapıtların doğru anlaşılması, tasnif edilmesi için ödüller verecek ve yayınlar yapacaktır. Eğitici seminerler ve toplantılar düzenleyecektir.

Fabisad Logosu’nun ilham kaynağı; Simurg Anka ve Kaf Dağı efsanesidir. Bu efsane aynı zamanda Fabisad’ın kuruluş felsefesini de özetlemektedir.

FABİSAD

7 Şubat 2012 Salı

gölge dergide çıkan öyküm "Blue Yak'ta Akşam Yemeği"



gölge dergi ye buradan da ulaşabilirsiniz...

Blue Yak’ta Akşam Yemeği


Şık Nepal restoranı Blue Yak’tayım. Burası Nepal’in geneline yayılmış köhne yerlerden biraz daha farklı. Buraya Yak yününden köşeyi dönenler, tehlikeli ara sokak uyuşturucu satıcılarını çalıştıranlar, turistleri kerizleyen ve sıkı fahişelerle yatan tur acentesi sahipleri ve ne bok yaptığını bilmediğim şişko adamlar geliyor! Peki burada benim ne işim var? Zengin olmadığım ayağımda çürümeye yüz tutmuş konverslerden belli. Sırt çantasını yüklenip yollara düşen ve iki haftada bir banyo yapabilen biri gibi görünüyorum ve görüntüm kesinlikle doğruyu söylüyor. Ne bir birikimim var ne de altmışını geçmiş yaşlı bir kadınla yatıyorum. Uyuşturucu satmıyorum ama ara ara düşünüyorum bu işi yapmayı. O an Blue Yak adlı restorandayım ve orada olmam kesinlikle şansımın bana bir armağanı.

Blue Yak’ın geniş kırmızı salonunda dans eden çiftler var. Uzun şampanya bardakları masalarında birbirleriyle sohbet ediyor onlar dans ederken ve o şampanyaları sadece birbirleriyle sohbet etmek için aldıkları belli; tek bir yudum bile alınmamış içkilerden! Ben ılık Nepal birası içiyorum. Sanırım beşinci biram. Tam emin değilim. Tavandan sarkan büyük avize yüzümü aydınlatıyor ve gerçekten mutlu hissediyorum kendimi.

Yak restoranına geliş hikâyem Nepal’de yaşadığım diğer şeylere oranla pek de ilginç gelmiyor düşününe. Eco2000 adlı pansiyonun bana verilen odasında, yastığın rahmine sıkıştırılmış ve tarafımdan erken doğuma maruz bırakılan 5000 Rupi sağlıyor bunu. 100 lira falan bi şey yapıyor. O kadarcık mı demeyin, 5000 Rupiye haftalarca kalabileceğiniz yerler var burada. Çok az param olduğundan ve insanlar sürekli Yak restoranının harika yemeklerinden bahsettiğinden parayı bulduğum gibi soluğu burada alıyorum. Oturduğum yerin penceresinden dışarı baktığımda Everest’in zirvelerinde bana göz kırpan kar kümelerini görebiliyorum. Çonnolugma Sagramata deyip ılık biramdan sağlam bir yudum alıyorum. İçmeyi iyi bilirsen manzara olduğundan daha iyi görünebiliyor.

Ilık biramdan bir yudum alıyorum, düşündüğüm pek bir şey yok. Beni terk eden sevgilim çok uzakta ve ne halt ettiğini önemsemiyorum bile. Annem ve babam en son Tokyo’da çalışmaya başlamışlardı ve seslerini duyalı haftalar geçti. Küçük bir kardeşim olmadığı için şanslı hissediyorum kendimi. O sırada garson geliyor. Nepali adam beyaz kıyafetinin içinde sıkıntıdan ölmek üzere olduğunu söylüyor gözleriyle. “Ona bir tabanca versem,” diyorum kendi kendime, “Şüphesiz ki ne kadar piç kurusu varsa hepsini öldürür. Tercih yapar mıydım?” diye düşünüyorum o an. Evet, kesinlikle koca kıçıyla masaları devirerek dans eden kırmızılı kadın ölmeli ilk! Göz ucuyla koca kalçalı kadına bakıyorum tekrar ve verdiğim kararla gururlanıyorum. Silah var gücüyle patlıyor.

“İstediğiniz gülümseyen buda,” diyor ve gerçekten de önüme bir buda kafası koyuyor. Et, sebze ve bir sürü ıvır zıvırdan yapılmış pahalı yiyecek öylece sırıtıyor masamın üzerinde. Teşekkür ediyorum ve garson hemen çekip gidiyor. Sanki mutfağın kapısından başka bir diyara geçiyor ve buradaki sıkıcı yaşamını geride bırakıyor. Mutfağın kapısı koca kalçalı kadının üzerinden yükselen barut kokusuyla gizlenirken ben silahı belime sokuyorum.

Buda gülümsüyor her zamanki gibi. Onu yiyeceğimi biliyor ama yine de gülebiliyor neşeyle. “İşte buda olmak böyle bir şey!” diyorum kendi kendime. Öylece bakıyor bana. Dolgun dudaklı kel bir Hotei kafası önümde duran ve belki de bu deli restoran yüzünden budayı afiyetle yemeye başlıyorum. Bir yemek insana ancak bu kadar zevk verebilir! İlk önce dudaklarının tadına bakıyorum, sonra alnı gidiyor buda’nın. Biraz ara verip bi sigara yakıyorum. Tamamen keyif sigarası... Garson tekrar geliyor. “Burada sarma sigara içmek yasak,” diyor gözlerimin içine bakarak. Gözleri hiç de öyle demiyor fark ediyorum. “ İç,” diyor. “3o tane iç istersen, hiçbiriniz umurumda değilsiniz. Tek istediğim sizin gibi zengin ve kendini beğenmiş turistlerden kurtulmak. Elimde olsa boynunu ince bir dal parçasın gibi kırardım.”

Eline 100 rupi sıkıştırıyorum. Önce şaşırıyor sonra gayet mutlu bir şekilde gülümseyip uzaklaşıyor. Biramdan esaslı bir yudum alıp derin bir nefes çekiyorum sigaradan. Buda, tabağımda kanlar içinde uzanıyor, midemdeki yarısı ise delicesine kahkaha atmaya başlıyor.

O sırada sahnedeki kadınlar zengin adamlarıyla dans ediyorlar. Hiçbiri dans etmeyi bilmiyor. Gerçekten bildikleri bir şey yok. Şöyle bir etrafa bakıyorum. Arka masada kel kafalı şişko bir adam on altısına henüz basmış olduğunu düşündüğüm bir kızı neredeyse midesine indirmek üzere! Mide bulandırıcı ama bir şey söylersem ertesi gün akşam yemeğinde “hindi” eti çıkacağını biliyorum. Turistlerin aptal olanları hâlâ turkey-hindi esprisi yapıyor inanın. Yan masada gayet salak görünen iki İsveçli çift var. Sırıtarak izliyorlar olanları. Kendilerini o kadar beğenmiş görünüyorlar ki dördünün de beynini uçurmak istiyorum.

Batılı turistler 3. dünya ülkelerini başları havada dolanırlar, onlar büyük kumarbazlar ve büyük patronlardır. Her şeyi harika yaparlar ve kiminle tanışırlarsa tanışsınlar onlardan daha görgülü kimse yoktur!

Gözlerimi onlara dikmişken sarı kafalı İsveçli piç kurusunun bana baktığını fark ediyorum. Sigaramdan derin bir nefes çekip dikiyorum bakışlarımı adamın gözlerine. Sonunda vazgeçiyor bakmaktan. “Ne olacaktı ki?” diyorum kendimi beğenmişçe. Bir İsveçliden insana ne gibi bir zarar gelebilir ki!

Tabağımda bana bakan yarım buda kafasına yoğunlaşıyorum. O sıra yarısı yenmiş ağzıyla bir şeyler gevelemeye başlıyor ama çıkaramıyorum ne demek istediğini. “Konuş Hotei,” diyorum. “Anlat derdini.” Buda, tabağımda kızaran bir balık gibi sekiyor ve garip sesler çıkarıyor. Hemen garsonu çağırıyorum. Aynı garson geliyor yine, galiba adam sadece benim masama bakıyor, sadece benim masama anladınız mı? Tanrım kendimi sonradan görme bir kral gibi hissediyorum!

“Hotei konuştu,” diyorum adama gayet salakça. Anlamıyor dediklerimi. Ben anlatmaya çalışıyorum, kafam o kadar iyi ki ağzımdan tükürükler saçarak bu mucizevî anı kişisel bir gösteriye dönüştürüyorum. Ellerim havada sarhoş bir şekilde dans ederken birden adamın kafasını tutuyorlar ve o kel kafayı yarısı yenmiş budaya sokmaya çalışıyorlar. “Hotei konuştu,” diyorum yeniden. Fakat adam beni anlamaktan gayet uzak… O sıra adamın gözlerine tekrar baktığımda o kara gözlerin bana hiç de sıcak bakmadığını fark ediyorum.

O sırada garson belki de hayatında sevdiği tek şey olan 45 kalibrelik Smith & Wesson’ı çıkarıp namlusunu tam alnımın çatısına dayıyor. Bu kimsenin umurunda değil gibi. Binlerce rupiyle aynı mezara gireceğim diye düşünüyorum. Bir garson tarafından öldürüleceğim ve turistler bunu hiç umursamayacak.

Tabanca gürültüyle patlıyor ve her şey karanlığa gömülüyor. Bilirsiniz eğer bir karede tabanca görünüyorsa belli bir süre sonra kesinlikle patlamak zorundadır. Kafatası parçaları havaya uçuşuyor ve az gelişmiş turist beynim insanların içkilerine meze olmak istercesine tabaklara dağılıyor. Beynimin bir garsona ihtiyacı olmadan masalara dağılması belki gurur verici ama etraf kararırken duyduğum yarısı yenmiş buda’nın aşağılama dolu kahkahası kendimi kötü hissettiriyor.

Ertesi sabah Eco2000’in küf kokulu yatağında başım hayli ağrıyarak uyanıyorum. Hemen aynaya koşuyorum sol gözüm oluşan çapaklardan kapalı halde. Kafamın ortasında bir delik yok. Elimi cüzdanıma atıyorum 5000 Rupi de yerinde yok. Tabaklara dağılan beynim yüzünden belki de hiçbir şey hatırlamamam. Ama en azından hayattayım diye düşünüyorum. Hemen sonra “Gerizekalı,” diyorum kendi kendime. “Gülen Buda’yı mideye indirdin. Ne olmasını bekliyordun ki!”

Fotoğraf ve öykü Göktuğ Canbaba

5 Ocak 2012 Perşembe

sayfaların arasında dünyalar var eski yılda da öyleydi yeni yılda da öyle olacak





Yeni yılla birlikte okyanusun diğer tarafında uyanmadım bu çok net.

Hangi okyanus lan senin yakınında bi okyanus yok ki diyebilirsiniz ve haklısınız ama ben yine de okyanusun diğer tarafında uyanmak istemiştim. olabilirdi ama olmadı.

sabah kumsalda falan yürürüm akşam da gün batımına karşı malibu safari tarzı siktriboktan tropikal ıvırzıvırlarla dolu içkileri içerim demiştim. cık .. o da olmadı.. gece gece dünden kalan cini içip baş ağrımızı dindirdik.

yılbaşının ertesi günü budanın eteklerinden dökülen sularla bi güzel yıkanırım sonra da ver elini ayılma birası içmeye altın sahile diye içimden geçirmiştim ama geçirdiğimle kaldım. ya da bana geçirdiğiyle..

sabah olunca, budanın etekleri yerine elde havlu mor fayanslı banyoya girebildim anca. başım hâlâ dönüyordu ama bi şekilde de kendimdeydim diyebilirim. evet öyleydim, yemin ederim..

ufak bi ümit yeni yılda uzaylılar falan gelir ve artık şu meşhur ilk temas gerçekleşir falan diye geçirmiştim içimden. x-files'ı hep sevmişimdir. 2012 hesabı falan olur dedim ama yok. gökyüzü yine aynıydı. sinirbozucu uçaklar ve bulutlardan ibaretti.. ha bi de güneş vardı ama o da pek bi korkaktı ilk saatlerde, sürekli bulutların arkasına saklanmacalar falan..

belki de gecenin bilmem kaçıncı saatinde herkes uykudayken kayıp ejderhalar ortaya çıkar, gökyüzü birden alevle yarılır ve bilinmeyen diyarlardan büyü üstadları falan akar diye hayal ettim ama bi bok olmadı. gelen üstad kebapçı yusuf üstadımızın motosikletli kuryesinden başka bir şey değildi. içimde bi umut kurye belki iki kilo kokain taşıyodur ve bunu da İstanbul'un paralel bir gerçekliğine yetiştirmeye çalışıyordur, yetiştiremezse bilmem ne oluyodur falan diye geçirirken Kuryenin ne altın ejderha yumurtaları ne de iki kilo kokain getirdiğini acıyla fark ettim. adana dürüm ve ayrandı gelen. hiç fantastik değil bence de.. bilemedim belki de çok fantastik!?

sizin anlayacağınız yeni yıla trilyoner olarak girmedim peşimi bırakın.. ve herhangi bir fantastik olayla da karşılaşmadım. hem de hiç.. ne yazık.. işte bu yüzden yeni yıla yeni umutlarla ve yeni kitaplarla giriyorum. Dünyamızda bulamadığımız her şeyi bulabileceğimiz yegane yer olan sayfaların arasına dalıyorum. yine bilet almaya ve ejderhalı kokainli fantastik hayaller kurmaya devam. ümidimi asla kesmem. bu sene çok güzel bir sene olacak. buna eminim. kesinlikle eminim.

geç de olsa herkese yeni yıllar, her şey dilediğiniz gibi olsun.

öperim hepinizi... haa bi de unutmadan noelbaba gerçektir ve bacadan da girse gönüllerimizin fatihidir. kapıdan giren nice adamdan daha güzel bi kişiliktir. önemli olan girdiğin yer değildir yani. neyse..

göktuğ canbaba

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails