28 Nisan 2011 Perşembe

Süper kahraman mısın muzır neşriyat, neyin nesi kimin fesisin?



Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu yine iş başında! İsme baktığınızda bi süper kahraman imajı çiziyor gibi görünebilir bu kurul. Ada baksana bi: Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu! Uuuuuuv! çok fiyakalı.. Mavi taytını çekmiş, kırmızı pelerinini asmış sırtına, iyi ve sevimli insancıkları kötülükten uzak tutmak için canını dişine takan bir topluluk olmalı, diye düşünüyor insan ismi okuyunca. Ya da, iyi insanları karanlığın ateşinden korumaya and içmiş, içinde harika insanların barındığı bir topluluk zannedebilirsiniz bu ekibi, gayet fantastik bir ekip olmalı; hepsinin ayrı bi gücü var ve kaçırılan masum çocukları kurtarıyorlar iblislerin elinden. ufff çok fiyakalısınız... yerler...

Ama ne yazık ki gerçekler böyle yumuşak ve eğlenceli değil! Bu topluluğun gayet fantastik kafalardan oluştuğu doğru zira kitapları amaçsızca yasaklayıp kendi kendilerine çoştukça coşabiliyorlar. Dünyayı yerinden oynatmış yazarların eserlerine "höömmm ben okudum bunu ismail ama bi bok anlamadım bi de sen bak bakalım. Sen de anlamazsan yasaklarız olur biter," deyip kitapların bir sanat eseri olup olmadığına dahi karar verebiliyorlar! Evet şaşırmayın bu teşkilat son olarak W. Burroughs'un Yumuşak Makine'sini yasaklamış bulunuyor. Bu kitabı çocuk okur mu abi? Analar babalar okuyacak olm bu kitabı!! çocuğun ne işi var beat kuşağıyla?! diye düşündüğünüzü hissedebiliyorum. hakkaten artık iş çığrından çıkmaya başladı! Evet, her an raflardan toplatılmasına başlanabilir.. Karar ise romanın edebi bir kimlik taşımıyor olması!! Buna kim karar verdi diyecek olursanız işte bu teşkikat vermiş. Hani yeni buluşmalarda, dost sohbetlerinde sorarız ya yeni elemana, "ne bitirdin abi?" diye. işte adam söyler "şunu bitirdim ama ben bu mesleği yapıyorum," falan. İşte sanıyorum bu teşkilat da kendi mesleğini yapamayanlardan. Kazara bir bölüm bitirip, saçma bir hayata kavuşanlardan.. Çok fazla bıdıbıdı yapmadan şunu şöylemek istiyorum ki cahilliğin pirim yaptığı günümüzde kafalar iyiden iyiye sulanmaya başlamış bunu fark ettik bu apansız çıkışlarla. Ben romanı okumadım o yüzden ne kadar "edebi" olduğunu size söyleyemeyeceğim :))))) diğer beat kuşağı yazarlarını pek seven ve çoğu beat kuşağı romanını yalayıp yutmuş bir insan olarak yarın ilk iş alıp okumaya başlayacağım romanı. toplatılmadan almalı bence!!

Bu memleket ne yasaklar gördü sayın Burroughs, kendinizi özel zannetmeyin lütfen.. Off çok canım sıkıldı yine. hadi görüşürüz..

öperim hepinizi...

22 Nisan 2011 Cuma

Hepimiz Arzu'yu seviyoruuuuzzz ullleeeeen!!




“Abi, Kaan’ın evlenebilme ihtimalinin olduğunu hiç düşünmemiştim! Hadi sen evlendin Kaan, hadi bi katakulliye geldin ve evlendin abi. Peki ya sen Arzu? Sen nasıl evlendin be kızım? Sonsuz evrende dolanan, evlenebilme ihtimalleri hiç olmayan iki insanın birbirini bulup evlenmesi nedir peki? Kozmik şakacı bana yaptığın bu bitmez oyunlar yüzünden bi gün gerçekten fena bozuşacağız haberin olsun!” dedi Cenk ve elindeki Voktayı fondipleyiverdi.
“Ver abi bi votka daha ver lütfen,” dedi sonra garsona tükürükler saçarak.

Kaan ve Arzu’nun evlendikleri akşam saçma olaylar yaşanacağını adım gibi biliyordum ve o aptal kişi olmak istemediğimden gerekli tüm önlemleri kendimce almıştım. *İçki içmeden önce düğün yemeğinden fazlasıyla yemiştim. Aç karnına içmek insanı %34 daha fazla çarpıyordu. Hatta yanımda oturan amca dansa kalktığında, tırtıklamak suretiyle adamın yemeğine de musallat olmuştum. *O gece çok içki içeceğimi biliyordum. İşte bu yüzden içmeden önce zeytinyağı damlatılmış ayran içmeyi ihmal etmemiştim. Artık asla kusmayacaktım. *Arzu’yu karşımda gördüğümde konuşma kabiliyetimi kaybetmemek için yanıma bol bol ahududulu sakız almıştım. Hatta yemekte bile ara sıra çıkarıp çiğniyordum. Bilmeyenler için söylüyorum: ahududu esansı kendine güveni arttırır ve sakız çiğnemek çene kaslarını çalıştırdığından, insana saatlerdir konuşuyor hissi vererek, gerekli sosyalliği sağlamış olur. *Sinirlerime hakim olmak için sigara içmiştim. Sigara insanı sakinleştirir hafif dozlu hülyalara gark ettirir.

Etrafa şöyle bi baktım. Kır düğünüydü. Salak çocuklar etrafta koşuşturuyor, fotoğrafçılar flaşlarını patlatıyor, hanımlar beyler içkilerini içip muhabbet ediyor, geniş çim alanın üzerindeki grup yavaş yavaş müziklerini icra ediyordu. Cenk, Ahmet, Burak, Murat, Recai ve ben; yani Arzu’nun eski sevgilileri İtalyan mafyası şeklinde tasarlanmış takım elbiselerimizle gerçekten çok aptal görünüyorduk. Davetliler bize gülümseyerek geçiyor, bize birkaç gün önce güzel gibi gelen bu fikir, bu gülüşler nedeniyle artık pek de mantıklı gelmiyordu. Takım elbiselerin arasında terleyen sahte don corleone'lerdik ve kimse üzerinde bi ağırlığımız yoktu ne yazık ki.

“Ben Arzu’yu hâlâ seviyorum abi,” diyen ilk kim olacak diye düşünürken Cenk bombayı patlattı ve aynen bunları söyledi. Gözleri yaşarmıştı ve gerçekten çok aptal görünüyordu. Ahmet de kendini tutamadı ve 20li yaşlarda beline kadar uzanan saçlarıyla çok prim yapan halinden eser kalmamasına rağmen o da aşkını itiraf etti. Burak biraz sinirliydi. Arzu’nun hiçbir zaman evlenmeyecek gibi duran o asi yapısını, o muhteşem karizmasını nasıl yitirdiğini düşünüyordu. Ama o da itirafta bulundu. Recai geçen sene evlenip aynı sene boşanmasına rağmen o da itiraf etti. Bi tek ben kalmıştım itiraf etmeyen. Belki yukarda yazdığım önlemler belki de içtiğim onca votkadan mı bilmem söyleyemedim o an. 5 kaybeden adam bana ısrarla bakıyor ve “evet, hadi abi söyle. Bilmediğimiz bi şey değil, hadi,” diyordu. Dayanamadım ve söyledim. Hepsi içkilerini havaya kaldırdı ve ismimi haykırdılar. Sanki bendim mna koyayım Arzu’yla evlenen. Ya da sanki onlardı eski aşklarını tekrar kazanan. Hayır onlar kaybedenler kulübüne bi salak daha katıldığı için kendi salaklıklarından bir parça eksildiğini düşünüyorlardı. Ama tabii ki gerçek gerçekti. Hepimiz kocaman gerizekalılardık! Hiçbirimiz Arzu’yu elinde tutamamıştı!

Zaman geçiyor ama Arzu ve Kaan’ın yanına gitmeye kimse cesaret edemiyordu. Dahası Cenk alenen ağlamaya başlamış, Burak da ağladığını belli etmemek için siyah güneş gözlüğünü takmıştı. Saat nerden baksan akşam 9du! Çocuklar Cenk’le “kör adaaam kör adaaam,”diye dalga geçmeye başlamışlardı bile! Recai’nin sinirden elleri titriyor, içkisini üzerine döküyordu, Ahmet ağlamamak için sürekli gökyüzüne bakıyordu. Murat pistte tek başına dans etmeye başlamıştı bile! İşte o an Arzu’nun yanımıza geldiğini fark ettim. Yukarda yazdığım tüm önlemler bir anda uçup gitti. Çenem, çiğnediğim sakızla yapıştı, midem bulandı ve gözlerim yaşarmaya başladı.Hissedebiliyordum, çok fena batırmak üzereydim. Tanrım ne büyülü bi güzellikti. Aklıma 19 yaşındayken Arzu’yla ilk öpüşme anımız geldi. İkimiz de saçlarımızı kazıtıp mohawk yapmıştık. Bir daha asla ayrılmayacağımızı falan gevelemiştik şarapçılar parkında. Ama şimdi karşımda gelinliğiyle duruyor ve ben yaşlandığımı hissediyordum. 80 yaşımı çoktan aşmıştım sanki. Eklemlerim sızlamaya başlamıştı. Kafam kazan gibiydi. Tam o an Recai bayılıverdi. Yere öylece düştü. Arzu ona bakmak için ilerlerken ben elini tuttum ve “Boşver bu senin gecen,” dedim. Ağzımdaki sakız her yanımı sarmıştı sanki. Kelimelerim birbirine dolanmış haldeydi. Artık4 kişiydik. Gözleri kızarmış ben, alenen ağlayan Cenk, güneş gözlüğünün altından gözyaşı sızdıran Burak, Arzu’ya bakmamak için gökyüzünü izleyen Ahmet...

Arzu aptallığımızın farkındaydı. Bize baktı gülümseyerek ve “Evleniyorum,” dedi. Ahmet bakışlarını Arzu’ya çevirdi “seni seviyorum,” dedi birden. Hepimiz şaşıp kalmıştık. bi tek Arzu şaşırmamıştı sanki. Ondan gazı alan Cenk hıçkıra hıçkıra aşkını ilan etti. Sümüğü masaya doğru inişe geçmişti ama kafası o kadar iyiydi ki farkına bile varmadı. Burak, güneş gözlüğünün ardından itirafını gerçekleştirdi. Sanki gözlüğünün altında fıskiyeler vardı gerizekalının. Arzu bana bakıyordu. Sanki diğerlerinin düştüğü durum hoşuna gitmiş gibiydi. O an Arzu’ya olan tüm sevgim uçup gitti. Sessizliğimi görünce “peki ya sen?” dedi bana. İçlerinde en çok beni sevmişti bunu herkes biliyordu. “Hayır,” dedim. “Ben senin düğününü kutlamaya geldim.” Şaşırdı, sanki morali bozuldu. Bir an düşündü. “Seni seviyorum,” dedi. Olduğum yerde kalakaldım. Mermerden bir heykel gibi bakakaldım Arzu’ya. “Seni hep sevdim,” dedim yelkenleri suya indirerek. “Sana ağğğşıığıım Arzuuuuu!” diye inledim. Müziğin ara verme zamanıyla aynı zamanda böğürmem hoş olmadı tabii. Herkes bana nefretle bakıyordu. Yaptığım tüm önlemler boşa çıkmıştı skeyim. Ama olsun Arzu beni seviyordu! Demek ki Kaanla evlenmesi formaliteydi. Arzu gözlerimin içine baktı “Ben evleniyorum.Büyüyün artık!” dedi ve öylece uzaklaştı. Mal gibi kalakaldım. Masadaki tuzluk olmayı diledim tanrıdan. Orada olmamayı diledim. Arzu bana bunları söyletmek için oyuna getirmişti beni. Hepimizin kıçına son birer tekme atmak istemişti ve isteğini çok güzel yerine getirmişti.

Düğünden atılmamız çabuk oldu. 6 İtalyan mafyası kılığındaki idiot ağlak adam artık düğünün dışındaydı. Hiç konuşmadan kaldırımda oturuyor ve dışarıdan gelen düğün müziğini dinliyorduk. Hayatımda dinlediğim en kötü düğün müziğiydi ve kaybeden 6lı hâlâ ağlıyordu. Ağlamak kaybeden 6lıya pek yakışıyordu..

görsel
öperim hepinizi...

21 Nisan 2011 Perşembe

Ayak parmaklarını herkes aynı iş için kullanmayabilir



“Ya Nuriye Teyze gözünü seveyim yapma ama ya!” diye bağırdım artık kendimi tutamayarak. “Valla insanın yapacağı şey değil bu!”
Salonda 6 kişiydik: ben –ki evden biri sayılmazdım ama bu yine de salonun ortasında Nuriye Teyze’nin osuruğunu içime çekmediğim anlamına gelmiyordu, Süleyman –ki o evin sevilen oğlu olarak osuruğu içine çekiyor ve sırf bana inat olsun diye büyükannesine ses çıkarmıyordu, Yeliz- evin güzel ama beyinsiz hatunu, Davut- evin babası; evine ekmek getiren Türk erkeği, eski milli güreşçi, Nurten- evin annesi, yağlı pişi ustası, çocuklarının anası ve Nuriye Teyze, uzayda neden yer kapladığını asla anlayamayacağım hatun kişi, torunlarının ninesi, küfür etmekten hoşlanan kadın, kıllı bacaklarının ve buruşuk teninin ardında bir troll besleyen garip yaratık.

Nuriye Teyze gözlüklerinin ardında belerttiği kocaman gözleriyle bana bi baktı ki offf o ne bakış. Hemen kafamı önüme eğdim ve sesimi kestim. Daha sonra teyzeden çok net bir damak şaklatış efekti geldi. Duvarda yankılandı şaklama ve yavaş yavaş yok oldu. O şaklatma efekti bana gerekli olan her şeyi anlatmıştı. “Burası benim alanım,” diyordu ses, “Sakın bi daha benim bin bir yemek parçacığıyla oluşmuş kokuma laf etme ve alanıma işemeye asla çalışma, yoksa alırım seni aşağı!”

Yan gözle Süloya baktım. Adam bu kadar mı sevinir arkadaş! Kıkır kıkır kıkırdamalar. Öyle bi eğleniyor, öyle bi keyfi yerinde ki sanki bahar başında hatun bulmuş, her gün sağda solda it gibi takılıyor zanneder adamı gören! Ama nerdeee süloda o meziyet. Mal gibi evde oturur bütün gün, arada bi konsere gider dünyanın en sosyal adamı olur. İşte budur sülo. Tamam her şey iyi hoş da peki ben neden bu garip 5liyle lost izliyorum?

“Anane bak anladın mı Jack’in gelecekteki halini gösteriyor şimdi. Şehre geri dönmüş….” Gerizekalı Yeliz’in diziyi benden daha iyi anlamasına mı yanayım yoksa Büyükannenin çok sıkı bi lost fanı olmasına mı şaşırayım bilemiyorum ama bıraksan 82 yaşındaki Nuriye Teyze bütün gün Sawyer tişörtüyle gezer yemin ederim. Ya da onun deyişiyle Seyvir.

“Gızım o sarı saçlı iri oğlan da gelmemiş miydi şehre, ona noldu o da badem gözlü gızın (kate) aşığı deeel miydi ki?”

Büyükanne Sawyer’dan bahsederken, gözlerinin büyüdüğünü, dudaklarında köpüklü tükürük birikintilerinin oluştuğunu görebiliyordum. “Yapma,” dedim kendi kendime. “Yapma Nuriye Teyze 82 yaşındasın beni daha fazla şaşırtma bu gece!” Hoppa! Tam bunu düşünürken arkamdan bi şey bana doğru yaklaştı ve çıplak olan kolumu çimdikleyiverdi. Bi an sülonun ayarsız şakalarından biri sandım ama yooook! Bu Nuriye Teyze’nin çimdiğiydi. Kıllı ayak başparmağı ve onun yanındakinin yardımıyla attığı o efsane çimdik! Mahallede kaç çocuğun kabuslarında vardı o kıllı ayaklar size anlatamam. Nuriye, ayak parmaklarıyla yazı yazabilecek yetiye sahip dünyadaki tek büyükanneydi belki de!

“Yuh ama Nuriye Teyze ya! Yuh yaa! Morarttın resmen!” diye inledim kadının kelpeten gibi parmaklarını tenimden koparıp atmaya çalışırken. “Galk da badem getir hele bana el oğlu,” dedi pek donuk bi tonda sonra hemen ekledi, “durdur lan gıız şunu, ne deyoonuz ıstopa bi basıveren yok mu!?”
Sanırısın koynundan bebeğini çalıyolar kart Nuriye’nin. A dostlar yetişin nidalarıyla bi celallenme bi çoşma, ulan 82 yaşındasın lost senin neyine be teyze ya!! Hadi lostu anladım bi şekilde, ayak parmaklarıyla çimdik atma nedir be teyzem?! Baktım o ara sülo gülmekten kıpkırmızı olmuş. Ama Nuriye Teyze ona bırakır mı ortamı, hemen yapıştırdı balyoz gibi eliyle tokadı sülonun al yanacıklarına. “Sen de gancıklık yapma züleyman! Hâlâ bi gelin getiremedin, ananın salçalı yimeglerinden dada dada götün oldu ganepe gadar, bi de gülüyon pişmiş gele gibi!” O an gülme sırası bendeydi işte. “Oh,” dedim içten içe “Sonunda mal Süleyman da yedi tokadı!” O sırada arkadan bi tekme çıktı, sanırsın kadın 40 yıllık tekvandocu. Aldı attı beni salonun ortasına. “Yani Nuriye Teyze şu yaşımda yerden yere vurdun ne deyim ben daha sana,” diye inledim. Nakavt olmuş bi boksör gibi gururum benimle birlikte yerlerde sürünüyordu. “Bademleri getir el oğlu, gonuşuyon ama ben duymuyom,” dedi. Yeliz mal gibi sırıtıyor, Davut amca sakallarını kaşıyıp “Kusura bakma evlat,” der gibi kaş göz yapıyor, Nurten Teyze ise donmuş ekrandaki çıplak Sawyer’ın şişmiş göğüslerini süzüyordu. Sonra onun bakışlarını yakaladığımı görünce bi irkildi bi kendine geldi falan ama ben yakalamıştım artık gerisi boş Nurten Teyze.

O an anladım ki hayatımdaki en gereksiz 5 figürle oturup lost izlemenin hiç bi anlamı yoktu. “Tamam,” dedim, “Hemen getireyim senin bademlerini mis kokulu anam,” diye gittim mutfağa. Bademleri aldım, buzdolabındaki altılık birayı da kaptığım gibi sessizce çıkıp gittim evden. 30-40 metre uzaklaşınca deli bi haykırış geldi uzaklardan. İşte o an suratıma bi gülümseme yayıldı, biradan büyük bir yudum aldım, bi kaç badem attım ağzıma ve evimin yolunu tuttum. Hayat lost 5lisinden uzakta daha güzeldi. Badem tatlı, bira köpüklü ve yollar mis gibi kokuyordu.

görsel

öperim hepinizi...

18 Nisan 2011 Pazartesi

-mim- fight to get it back again diyelim o halde!


Güzel olan şeyleri geri almak lazım, daha önce onlar bizim olmasa bile bi şekilde onları dudaklarından öpmek lazım!

efenim ucu açık işler tarafından mimlenmişim, ee madem mimlendim yazayım dedim ben de. Mim Konusu: ruh halinizi bir söz, bir şarkı bir çalgı bir çengi, işte ne bileyim belki bir vidyo belki bir resimle anlatmakmışşş.. Aydede de anlatmış elinden geldiğinceee..

eveeeeeeeeeeeeeeet İzmir'den döndüm, eski dostlarla görüştüm, yeni arkadaşlarla tanıştım, neşeli sohbetlere daldım, bol bol imza attım (fuarda cıbıl göbüş imzaladım-şaka değil, yaşasın 6.45!!) epey içtim ama yine sarhoş olmadım, sabahları sodamı içip ağaçların altında gerinirken garip tesadüfler yaşadım, mırıl mırıl mırıldanan kedişlerle yürüdüm, her zaman bi şeyler fısıldamaktan hoşlanan öykücü ağaçların altında eski arkadaşlarla kahvaltı yaptım, akşam oldu balık yedim rakı içtim, bi kaç dubleden sonra denize usul usul ilerleyip zavallı çipuranın ailesine özürlerimi ilettim, balığını midesine büyük bir iştahla indiren arkadaşımın tabağındaki balığın içinden bi yüzük çıkar mı diye düşündüm, sonra vazgeçtim böyle saçma şeyleri düşünmekten, yağmurun altında yürüdüm deli gibi ıslandım, bi dilenciyle uzun uzun konuştum sonra dediklerinden hiçbi şey anlamadığımı fark edip sessizce uzaklaştım yanından; Sonra fark ettim ki dilenci konuşmasına devam etti, kısacası dilencinin benimle değil de kendiyle konuştuğunu oldukça geç fark ettiğimi anladım, İstanbul'dan sıkıldığımı İzmir'i özlediğimi fark ettim, İzmir sokaklarında hiç de az anım olmadığını; kiminin iyi kiminin kötü olduğunu düşünüdüm, sonra bu anı yumaklarının üzerine hiç de kısa sayılmayacak aradan sonra bi sigara yaktım, o sigaranın baldan tatlı geldiğini düşündüöm ve dumanı Alsancak'a bırakarak ilerledim, akşam arkadaşlarla çokça içtikten sonra bi dostumun evine neşeyle dönerken yumurta yiyen insanlar gördüm ve yine anlam veremedim bu işe, (içtikten sonra yumurta yenmese keşke ıyyy) kibar şoförlerin de olabildiğini fark ettim, İzmir'in kızlarının gerçekten güzel olduğunu bir kere daha anladım... kısacası güzel İzmir'de güzel şeyler yaşadım...

mimlenen mimozaların mimi düşsün, hanimiş benim mimilerim.. mimlenenler, illa da birilerini mimleyecek diye bi şey yok delirmeyin. başka işiniz mi yok allaşkına. İsteyen mimler istemeyen mimlemez, birisi daha mim derse ağzını burnunu kırıcam ona göre!

zeugma
zoitsa
aslısın
içimdekihayvanlar
bohemianvibes

öperim hepinizi...

13 Nisan 2011 Çarşamba

İzmir Kitap Fuarı'nda İmza Dağıtıyorum Haberiniz Olsun!



16. İzmir Kitap Fuarı'nda 16 Nisan Cumartesi ve 17 Nisan Pazar günleri 2. Salon
606A Laika standında Ozanın Şarkısı ve Tılsım-ı Kudret'i imzalayacağım. Sohbet, muhabbet ve bol bol imza için beklerizzz...

öperim hepinizi..

Bunu sevdiyseniz aşağıdakilere bitersiniz!

Related Posts with Thumbnails